Çırılçıplaktı odasında; elinde bir iç çamaşırı ile yapayalnızdı. Tek sadık dostuydu o göğüs kokan iç çamaşırı. O lanet olasu ölü kaltağın hatırası. Hüzünlü ve bir o kadar da illegal. Kapı yıkılacak gibi yumruklanırken usulca yatağa uzandı. İç çamaşırı bedeninden ayrılmıştı artık. Düşürmüştü özenle elinden yatağın hemen köşesine. Kapıda bir milis ordusu vardı sanki. Acı acı çalıyordu kapı. Sikildin diyordu. Sikildin. Her çınlamada kalbi de kapıyla yarışır gibi atıyordu. Bir yarış atı gibi dört nala koşuyordu. Yatağında doğrulurken o nefret ettiği korku duygusu yavaşça bedenini esir alıyordu. Yavaşça. Tıpkı küçük bir tsunaminin aniden büyümesi gibi. Yavaş ve ani. Doğrulduktan sonra saat dikkatini çekti. Biraz önce bir iç savaş yaşayan bu akrepli yelkovanlı koca bir ülke şimdi güzide bir barış içindeydi. Mutluluktan havaya uçuyordu akrep. Ve yelkovan. Yelkovan onu kestirmişti gözüne. Birazdan polisler onu alınca yeniden savaş başlayacaktı. Bu seferki çok daha güçlü olacaktı. Çok daha sesli ve kimse izleyemeyecekti bu savaşı. Kimse görmeyecekti. Bilerek ya da bilmeyerek. Tıpkı 20. Yüzyılda Avrupa’nın ortasında olan Srebrenica Katliamı gibi… Bağıracaktı yelkovan yeniden; Hücum!
Hızlı bir şekilde düşünmesi gerektiğine kanaat getirdi. Aniden doğruldu ve bir tane sigara yaktı. Çok derin bir nefes aldı ondan. Ciğerini patlatırcasına. Kapı durmuyordu. Sikildin.. Sikildin… sessiz ve tedbirli adımlarla holde yürürken kapı deliğinden bakmayı ihmal etmedi. Oradaydı işte. İki milis. İki azınlı suçlu. İki iblis. İki polis… Her sıfat yakışıyordu onlara. her boktan sıfat. Kafasını delikten çektikten hemen sonra mutfağa doğru yol aldı. Yaklaşık iki dakika kırk iki saniye kadar orada durdu. Sigarası bitmek üzereydi. 5 hafta önceden kalma yarım kola bardağına bıraktı izmariti. Cıss.. kapı sesi durulmuştu. Cıss sesinin şiddetinden de bu anlaşılıyordu. O ağır sikletli zenci boksör kılıklı iki milis gitmiş gibiydi. Bir kütüphanenin ana salonunda yürür gibi suskun ve sükunetliydi. Yavaş. Daha da yavaş. Yürü. Ve delikten baktı. Işık yanmıyordu. Ya o barut kokan leş parmaklarını tıkadıysalar diye geçirdi içinden. Gizlenmeliydi. Belki de sonsuza kadar. Tanrı ile göz göze gelene kadar gizlenmeliydi. Tanrı ile göz göze. Komik. Geriye bir kedi narinliği gibi iki adım attı. Ellerini çıplak bedeninde gezdiriyordu. Göğüs üstü hafif kılları biraz daha aşağı kaburgası, daha da aşağı bira göbeği, daha da aşağı kasıkları, biraz daha, biraz daha aşağı evet.. ve eli kutsal bakirenin hayal ettiği muazzam bir organa gitmişti. İki bacağın tam ortasındaki o nadide organ… iki bacağın da tam ortasındaki. Eli artık dizindeydi. Kutsal bakireler bunu hayal ederlerdi.
Ani bir küfürle kapıyı açtı. Korkusuzca! Duraksadı. Nefesini sakince alıp verirken kalbi polisleri geri çağıracak derecede sesliydi. Kapıyı ardına kadar açtı. Dimdik duruyordu. Yıkılmamış. Ayaktaydı. Çırılçıplak ve özgürdü. Bir tabi karşısında iki polis;
Ellerini kaldır orospu çocuğu.
Ardından oldukça karanlık….