Sadece filmlerde olur sanırdı bunları. Bir oda; fazlasıyla karanlık ve fazlasıyla pis kokan. Ne deliler, ne katiller ve orospu çocukları oturmuş bu tahta iskemleye. Şimdi ben de onlardan biriyim; ben işlemediğim bir cinayetin asıl kurbanıyım. İskemlede oturan katilim belki de orospu çocuğu diyordu polisler içlerinden bana. Ne olursa olsun ben şu an suçluyum. İçi bunları söylerken dışı kendini sevişmeye kapatmış bir rahibe gibi susuyordu. Oda fazlasıyla karanlıktı. Tahta bir iskemle üsütünde ise o. Kimse yoktu henüz. İskemle karanlık bir odanın tam ortasındaydı. Derin bir nefes alırken hemen tepesindeki lambanın açıldığına şahit oldu gözleri. Yarıda bıraktı aldığı nefesi. İçinden rüyadayım diye söylenirken dışarısında çoktan iki polis belirmişti bile. Biri orta boylarda aptalca bir adam. Uzun saçlı; tanrı akıl yerine saç vermişti ona sanki. Ön dişlerinden biri de yoktu. En azından aptal görünüşüne katkıda bulunuyordu olmayan dişi. Yanındaki ise uzunca birisi. Fazla ironikti bu polis. Çok yakışıklıydı. İskemle üzerinde kendinden geçmiş, şuçlu gibi muamele gören suçsuz adam iki polisin arasında ezilirken yakışıklı olanla göz gözeydi o an. Ah yakışıklı uzun adam. Neden buradasın ki gel içelim beraber Taksim’in çok bilinmeyen barlarında diye söylendi içinden. Dışı ise isyandaydı;
-Uzun adam; senin bu milislerin içinde ne işin var?
Uzun saçlı bir tokat attı. İskemleden düşmüştü artık. Yanağı feci derecede acıyordu ancak acıdan ağlayamazdı. Hele ki şimdi… neredeyse imkansız… her tokatta aklına senaryosunu çalan hırsız kaltağın kanlı cesedi geliyordu. Şimdi anlıyordu polisiye filmlerin ahmakça olduğunu. Gerçekle neredeyse aynı olan her film ahmakçaydı onun için. Sorguya gelen iki polis. İkisi de bir rol seçmiş kendine; birisi iyi birisi kötü… Uzun saçlı kötüydü, yakışıklı adam ise yüzü kadar iyiydi.
Tokattan sonra iskemleyle birlikte devriliyordu her seferinde. Gözlerini yumuyordu. İçinden ağlıyordu ama dışarıdan asla. İçi bir sel baskınına uğramıştı. İçinde artık insanlığı boğuluyordu, tüm yaşanmışlıkları can veriyordu bu hazin tuzlu su içerisinde. Her polis darbesinde tanrıya olan kini biraz daha artıyordu sanki. Ah insanlık peki sen? Sen neredesin şimdi?
Kötü polis sordu;
-Neden öldürdün o genç kızı?
Karanlığı yanışıyla bozan o sorgu ışığının altında; tahta bir iskemleden bir gülücük geldi. Polisler deli olduğuna kanaat getirmişlerdi onun. İçi delirmişti. Dışı ise hala donuk… Ve derin düşünceleri bozan cümleler;
-Ne kadar da klasik bir soru, ne kadar da acizce.. Farkında değil misiniz?
Bunları söylerken iki polise de harmonik bir şekilde gidip geliyordu gözleri.
-Size sadece bildiğim olayı anlatırım ve katilin kim olduğuna siz karar verirsiniz…