Soğuğun kayıtşız şartsız egemenliği altına altığı; tek bir elektrik direği ile aydınlanan, Arnavut kaldırımları ile dayalı döşeli bir sokakta yürüyordu. Soğuktu sokak. Komşuların araba park yeri kavgaları nedeniyle küstüğü sokak, çöp arabasının üst caddeye geçerken; tamponunu çizdiği arabanın sahibinin küfürleri kadar soğuktu en az. Sokak kedilerinin çöp karıştırmaktan usanmadığı bir yerde yürümekten usandığı bir gecenin ayazında yürüyordu. Ayakkabısının ve olabilecek tüm materyallerin ona karşı savaş açtığı bir geceydi bu. Kötü geçen bir günün gecesinde elinde sigarasıyla yürürken düşündüğü onca şey arasından fırlayıp da en üst basamaklara çıkan kadının çehresi aklında, kahkahaları ise en sevmediği aşırı uç düşüncelerin altında… Kendine bile söylemekten utandığı konuların masaya yatırıldığı beyninde soğuk savaş vardı. Amaçsız, yeltenmesiz, kırıcı ve en az bunlar kadar şiddetli olan gereksiz düşüncelerdi bunlar. Önceleri çok daha ağır kahkahaları çöpe atabilmişti beyni ve aynı şiddette yüreği. Ancak bu bir başkaydı. Bu; karanlığın hüküm sürdüğü bir mağaradan uzanan ışık kadar yüceydi onun için. Kaçıştı. Kurtuluştu belki. Belki de bir sığınak. Tüm hayatın onunla bu denli savaşın içindeyken, yaşamakta bile kararsızken yalnız adam. Belki de kaçacaktı sevginin sonsuz yüceliğine. Bu; onun son şansı iken belki de son anısı olacaktı bu boka bulanmış dünya üzerinde.
Yürümekten usandığı bir anda evine varabildi. Anahtarı ile içeri girdi. Kıvrılan halıya bakıp bu sefer gülümseyemedi. Kıvrılan halıya bakıp bu sefer sövebildi. Yaşadıklarının tekrar etmesi; hayatın ona karşı açtığı savaşı kazanacağının müjdecisi gibiydi. Yeniliyordu hayata. Hayat aslında kendi kendine; kendi zaferinin müjdesini veriyordu. Hayat bir nevi ego tatmin ediyordu. Ah hayat. her canlının kafa tuttuğu nadide olay… niçin kazanacağından emin olduğun bir savaşı açabildin ona. Onlarca düşmanı arasından en acımasız ve en yeteneklisine kaybediyordu savaşını.
Yırtık perdeli yatak odasına girip yatağına uzandı. Saatin sesini dinlemedi bu kez. Bu kez; akrebin yelkovana yönelik tacizlerini umursamadan kuruldu yatağına. 20 saniye yeterliydi yalnız adama. 20 saniye. Akrebin ona adadığı pis tacizlerden kaçan uzun, alımlı bir hatun olan yelkovanın yarım yamalak bir adımı belki de.
Kafasını kaldırdığında depremin yüceliğine esir oluyordu. Şiddetli bir sarsıntının bir kölesi oluyordu adeta. Çatlıyordu odası. Misket oynayan sokak çocuğunun ellerinin üstünden de şiddetli bir şekilde. Çatlıyordu. Çatırdıyordu kafası. Odasının çatlakları arasından bir mum ile sızıp güneşe yürüyordu. Gökkuşağını yol belleyip de yürüyordu. Güneşe ulaşıp alevine alev katmaya gidiyordu. Kanatlı atlar, kanatsız kuşlar ile birlikte hükmetmeye gidiyordu güneşe. Soğuğun aniden sıcaklaştığını bile bile gidiyordu. Elindeki mum bir meşale olmuştu aniden. Tüm varlıkların öncülüğünde güneşi işgal etmeye gidiyordu. Karanlık uzay yemyeşil bir kenevir tarlası güzelliğinde ona gülümserken güneşe ulaştı. Ancak güneş yoktu…
Uyandığında yapacağı bir şeyin kalmadığını anlaması geç olmadı. Yapabileceğin hiçbir şey olmadığını anlamak… bunun başına gelebileceğini tahmin bile edemezdi.
Zemin katta oturuyordu yalnız adam. Dış cephesi dökülmüş bir binanın zemin katında. Çatıya tırmanması için önünde uzunca bir yol vardı demek oluyordu bu. Çıkmalıydı artık yola. Geç olmadan; savaşı kaybettiği duyulmadan kaçmalıydı; yüksek bir yerden seyretmeliydi mağlubiyetini. Amatör bir tırmanıcı gibi yüklendi tüm mağlubiyet yükünü. Tırmandıkça tırmandı kalabalıklarla dolu yalnızlığına. Tırmandıkça tırmandı insanlarla dolu pişmanlığına. Tırmandı kaybettiği savaşın atılan son kurşununu bulmaya. Bulup da saklamaya. Tırmandı ve varabildi eski binanın, eskimiş, şehri gören çatısına. Kuşların özgürlüğü geldi aklına, kuşların özgür adımları, özgürce çırpışlarını kanatlarını. Her an yıkılabilecek olan tuğlaların üstüne tırmandıran mağlubiyeti artık onu hayattan silebilecek kadar da yüceydi.
- Haydi son kez bir göz kırp seni bu denli zorlayan yalnız adama.
Oradan atladığında kuş kadar özgürdü yalnız adam. Yalnız başına uçabilmenin mutluğu, yüceliği, muazzamiyeti ve kaybetmişliği arasında kıvranırken yere varması da geç olmamıştı. Ve kan artık hiç olmadığı kadar sıcaktı da…
SON