Bacaklarım özgürlüğe doğru sessizce sallanıyordu. Ellerim oturduğum siyah gözüken betonun soğukluğundaydı, üşüyordu. Tüm gücüm bu betona doğru hareket edip, beni intihara sürüklüyor, vücudum belki de az sonra yüz veya yüz elli metre yükseklikten aşağıya bir ok gibi düşecek ve tenim aşağıda ki kalabalıkla bir olacaktı. Belki Ülkenin Polis Memurları kısa bir sürede cesedimin yapıştığı ortama intikal edecek, üzerime sabahın ilk ışıklarında basılıp dağıtılan bayat gazateyi saracaklardı. Ardından ara sokaklarda bir siren sesi duyulacak, direksiyonun başındaki ambluans şoförü ve hemşireler ambluanstan inip yanıma gelecek, ardından öldüğümü anlıyacaklar ve kalp masajı yapmaya kalkışacaklar, tüm müdahaleler bir işe yaramadığında hep bir elden cesedimin parçalarını sedyeye yatıracaklar daha sonra da ambluansa atıp, bir hastahanenin morguna götürecekler ve beni soğuk bir kabine koyacaklar. Çok sonraları kimse kimliğimi tespit edemeyecek ya da etmek istemeyecek, ardından birgün defin işlemleri başlayacak ve kimsesizler mezarına beni yatıracaklar. Tenim soğuk toprakla buluştuğunda üşüyeceğim, sırtım soğuk toprağa değecek ve ansızın irkileceğim. Herkes mezarımı terkettiği bir anda ansızın yağmur başlayacak, toprağım henüz yeni henüz taze, siktiğimin yağmuru toprağı cıvıklaştıracak, kurtlar mezarımı basıp tenimi irdeleyecek ve bundan rahatsız olacağım. Tanrı varsa eğer huzuruna çıkıp şikayetimi dile getireceğim.
Artık atlamaya ramak kalmıştı, bir rüzgar dokunsa sırtıma, alttaki şehrin kalabalığı ile bir olacaktım lakin o rüzgar ters taraftan dokunuyor, bir inat yaşa diyordu. Gözlerim dolmuştu ve birden annemin sesini duydum, nerden geldiğini bilmiyordum ama sesini kulaklarımda duyuyordum:
"Atlama" diyordu. Annem bana "Atlama" diyordu. Bunu duyuyordum lakin annemi göremiyordum, kokusunu bile alamıyordum ama sesini duyuyordum. Burda bir yerlerde olmalıydı, çatının etrafında annemi aramaya başlamıştım. Deliler gibi her nesnenin altına bakıyor, "Anne" diye ağlıyordum. Duyduğum sesin sadece bir hayal ürünü olduğunu anlamam kısa sürmüştü bu nedenle aramayıda kısa sürdürmüştüm. Çatının ortasında oturup deliler gibi ağlıyordum, en son uzandığımı hatırlıyordum, o yorgunlukla orada uyuyakalmışım.
Uyandığımda gözlerim ağrıyordu, güneş tam yüzüme vuruyor ve gözlerimi yakıyordu, tenimde güneşin dans edişini hissediyor ve onun benimle uğraşmasından hoşnut oluyordum. Soğuk betonun üzerinde yattığım için belim tutulmuştu, omuzlarım ve ensem ağrıyordu. Kendimi toparlayıp ayağa kalktığımda, çatıdan aşağıya baktım. İnsanlar çoktan sahip oldukları mağazaları açmış hatta ve hatta sigaralarını yakmış, mağaza önlerinde bir keyifle tüttürüyorlar ayrıca gelecek olan müşterilerini dört gözle bekliyorlardı.
Tekrardan bulunduğum konuma çevirdim tam açamadığım, alt kısımları morarmış olan dertli gözlerimi. Çatıdan ayrılma vakti gelmişti, günün ilk vakitleri olduğu için ayrıca bulunduğum yerin yerden yüksek bir noktaya sahip bir yer olduğu için hava aşağı kısma göre biraz daha serin ve akışkandı. Çatıdan merdivenlerin olduğu kısma doğru yönelip, kısa bir süre içinde bu binayı terkettim. Şehrim caddelerine girdiğimde bir markete girmeyi düşündüm, gireceğim market büyük bir mağazaydı, etrafı ise süslü püslüydü. Bazı insanlar bu markete çoktan girmiş alış-verişlerini yapıyor, bazıları girmek üzere markete doğru ilerliyor hatta bazıları marketten çıkıp evlerine ya da iş yerlerine doğru gidiyordu. Yani anlayacağınız bu market şehrin en kalabalık yerlerine yapılmış en şatafatlı mekandı. İş yeri çalışanları kasa başlarında gün sonunu bekliyordu, onların görüntüsünü markete girmeden, marketin önündeki dev camlardan görüyordum. Bir yaşlı nenenin aldığı ürünleri kasadan geçiriyordu teki. Bir diğeri ise sıkıntıdan ve uykusuzluktan patlamak üzereydi ve bu her halinden belli oluyordu. Sıkılan Genç Kasiyer, uykusuz olmalı ki göz altları sanki uyuşturucu içen birisinin ki gibi şişik duruyordu. Ben neden bu kadar markete odaklandım ki. Dedim ve marketin kapısını açarak içeriye girdim. Girdiğim gibi gözlerim içki şişelerini, zihnim ise sigara paketlerini arıyordu. Aradıklarımı sonunda bulmuştum, içki şişeleri yaklaşık on beş metre ileride kahverengi raf da sıralı bir şekilde duruyor ve tüm ihtişamını koruyordu. Bu rafların önüne vardığımda zihnim bir an şaşırdı, etrafta ismini daha yeni okuduğum içki şişleri boy boy, yan yana sıralıydı. İnsan bu kadar içkiyi yan yana görünce hangisini alacağı hakkında bir şüpheye düşüyor. En sonunda üç tane farklı marka içki şişesi aldım. Tekini kolumun altına diğer ikisini ise iki elime aldım.
Arkamı dönüp tam gidecek iken, arkamdaki raflardan ellerine içki alan kadının koluna çarpmasıyla tüm elimdeki ve kolumun altındaki ayrıca genç bayanın ellerinde ki alkollerde devrilip ortalığı alkol banyosuna çevirene kadar.
-Ne yaptığını sanıyorsun sen? Dedim sinirli bir şekilde. Cevabı aynı sinirle almıştım.
"Asıl sen ne yapıyorsun be!" dedi gözlerimin içine bakarak, ikimizde bir an sustuk. Çünkü ikimizde birbirimizi tanıyorduk. Karşımdaki Beyza'dan başkası değildi. Beni tanımış olmalı ki yüz hatları yumuşamıştı, gözlerimi tanımış olmalıydı.
"Kerim?" yumuşak bir sesle ismimin dudaklarının arasından çıktığını duydum.
Aynı şekilde bende ona bir şaşkınlıkla bakarak;
-Beyza?
İkimizde birbirimizi baştan aşağıya süzüyor ve inceliyorduk, aradan yıllar geçmişti. Bu kadar uzun bir süre sonra birbirimizi bulmuştuk. Nedeni bilmiyorum ama Beyza bana büyük bir sevinçle sarıldı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehrin Orospusu
Teen Fictionİki gencin yaşadıkları kasabadan sıkılıp, defalarca şehre yürüyerek gitmeleri, her gittiklerinde gördükleri manzara farklı farklı. Bir manzara var ki, defalarca gitmelerine sebep olan. O manzara ki hayatları dağıtan. O manzara ki Lanet şehre yağmur...