Hastaneye kaldırılırken durumum çok kötüymüş. "Görenler bu ölü değil mi?" tarzından tartışıyorlarmış hakkımda. Hemşireler, Doktorlar hepsi, hastaneye kaldırılmamla birlikte başıma üşüşmüş ve direk ameliyat'a aldırmışlar. Benim hatırladıklarıma gelirsek;
"Kaza sesleri ve kan kokusu, arada bir baygınlık süresi tahminimce otuz dakika civarı. Daha sonra bir hastane, serumdan yayılan b12 vitaminin o korkunç lanet kokusu. Göz kapaklarımı, hastaneye vardığımızda ambluanstan sedyeyle içeriye taşınırken açmıştım. Hemşirelerden teki eliyle ağzımda ki oksijen aletini tutuyor, nefes almamı sağlıyordu ama asıl konu bu değildi. Asıl konu gözlerimin önünden akıp giden beyaz tavan ve ara ara hızla akıp giden florasan lambaları."
Ameliyat beş saat sürmüş, daha sonra beni yoğun bakım denilen sessiz sakin bir odaya götürmüşler. Orada iki gün baygın bir şekilde uyumuşum. Uyandığımda herşey farklıydı. Hemde herşey... Gözlerimi dünyaya ikinci defa açmış gibiydim.
İşin garip tarafı hiçbir şey hatırlamıyordum. Sanki sanki.. Aman Tanrım bu bu.. Hafıza kayıbı olmalı.
Uzandığım bembeyaz yatakta vücudumu doğrultamayacak kadar yorgundum. Sol kolum kırılmıştı, başım gazlı bezle örtülüydü. Dişlerim vakumlanmış bir küre gibi sımsıkı kasılmıştı. Yatağa çivilenip kalmıştım. Galiba göğsümde bir kemik kırılmıştı bilmiyorum ama kırılmış gibiydi lanet kemik. Akciğerlerime saplanan o sivri şeyi tutup kırasım vardı ama imkan yok işte. Odanın içerisinde iki adet büyük pencere mevcuttu. Pencerenin ardında güzel bir manzara vardı, en ileride uçsuz bucaksız masmavi bir deniz, ondan önce yemyeşil bir doğa manzarası..
İnsan bu manzara karşısında büyüleniyor, izledikçe izleyesi geliyordu. Biraz sonra doktorlar gelecekti. Onlar gelene kadar manzaranın eşsiz güzelliğine tutularak izlemeye koyuldum. Ben bir manzara keşfetmiştim, kağıda dökülemeyecek kadar güzeldi.
Tek başıma bulunduğum odanın kapısı bir el tarafından iki defa tıklatıldı. Ardından içeriye boynunda bir stetoskoplu, beyaz önlüklü ve gri gözlüklü bir ihtiyar doktor girdi. Doktor yanıma yaklaştı ve deri bir koltuğa oturarak;
"Otursana biraz" dedi.
Onun bu buyruğunu dinleyerek yatağın üzerine oturdum. Yaşlı ihtiyarı baştan aşağıya süzüyor, diyeceklerini azbuçuk tahmin etmeye çalışıyordum.
"Nasılsın, iyi misin?"
Bir doktorun, hastasına sorabileceği en mantıklı sorulardan birisiydi bu.
-İyi gibiyim.
"Kaza geçirdiğini hatırlıyor musun? Veya kazadan önce bir şeyler?"
-Hiçbir bok hatırlamıyorum.
"Muhtemelen kısa süreli hafıza kaybı yaşıyorsun, uzun da sürebilir"
-Anlıyorum lakin ismimi dahi hatırlamıyorum.
"Senin ismin Kerim"
Kerim.. İsmim Kerim'miş. Kim koyduysa..
-Güzel isimmiş beğendim açıkcası.
Doktor Bey ayaklanarak kapının dibine gitti ve kapının kolundan tutarak;
"Umarım kısa sürede düzelirsin. Bu arada sana çarpan kişiler iki kız arkadaşınmış. Seni görmek için can atıyorlar." dedi ve gitti.
Doktorun odadan ayrılmasıyla, odaya kısa süreli bir sessizlik doğdu. Doktorun ardından bir-iki dakika geçmişti ki, yüzlerini ilk defa gördüğüm iki kişi odaya pata küte daldı. Kızlardan teki çok güzeldi, o kadar güzeldi ki konuşmasından, bakışına herşeyiyle harikaydı!
Beyza: Merhaba!
Güzel olan bu kız değildi, diğeriydi. Bu kız da samimiydi lakin diğeri daha samimi ayrıca çekiciydi.
Beyza: Birşeyler hatırlıyor musun? Odaya girmeden önce doktorla senin hakkında konuştuk. Hafızanı kaybettiğini söyledi belki bizi tanırsın diye tekrardan sorayım dedim.
-Malesef tanımıyorum, hem sizi nerden tanıyabilirim ki?
Beyza: Biz ikimiz, senin arkadaşınız. Hafızanı kaybetmeseydin; bizi tanıyacaktın.
-Anlıyorum, yanında ki bayan kim?
Hande: Ben Hande, beni tanımıyor olmalısın.
-Tanımıyorum, sorayım dedim sadece.
Beyza, Hande'ye garip bir bakış attı.
Beyza: Başına neler geldi diye sormayacağım, hafızanı yitirmişsin zaten ama en ufak birşey hatırlarsan bizimle paylaşmalısın.
-Ben nerede yaşıyordum?
Beyza: Sen yaşamıyordun, ya aslında neyse hatırlarsan anlarsın zaten.
-Peki.
Hande denilen kız dünyanın en güzel kızı olsa gerek. Gözlerini, gözlerime bağlamıştım adeta.
Beyza ve Hande bir karar verirmişcesine birbirlerine bakarak fısıltıyla kulaktan kulağa oynamaya başladılar. Biraz sonra Hande konuşmaya başladı;
Hande: Sen biraz dinlen, bizde bu sırada birkaç işlem yapacağız. Geldiğimizde iyi ol çünkü gideceğiz.
-Anlaştık.
Hande ve Beyza sessizce odadan ayrılmak için kapıdan ayrıldılar. Bende o sırada onlara eşlik ettim ve kapıyı onlar gittikten sonra sessizce kapattım. Bu ikiliyi uğurladıktan sonra kapının ardından konuşmalarına şahit oldum.
Beyza: Ona neden beni tanımazsın dedin?
Hande: Ne farkeder ki? Zaten hafızasını yitirmiş. Bilse ne olur bilmese ne olur?
Beyza: Sende haklısın, neyse gidelim. Hadi gel sana bir kahve ısmarlayayım.
İkili odanın önünden ayrılmasıyla sesleri, sessizliğe kavuştu. Bende yatağa dönüp uzanmaya koyuldum. Kafamı tavana çevirdim, kollarımı kafamın arkasında birleştirdim, ayaklarımı uzatarak üst üste attım. Şimdi düşünme vakti!
Bu kız benden neyi saklıyordu? Acaba hafızamı kaybetmeden önce onu tanıyormuydun. Hem onun bu kadar güzel olması sağlığa zararlı olmaz mıydı? Bana araba ile neden onlar çarptı ki? Birşeylerden mi kaçıyordum yoksa dikkatsizliğim yüzenden mi çarpmıştı araba? Bilmiyorum of..
Zihnim patlayacak gibiydi. Eskiyi hatırlamayı neden bu kadar çok istiyordum ki? Ya eski hayatım berbatsa? Güzel olsaydı araba çarpmazdı ya da bu güzel kız olan Hande benden birşeyler saklama gereği duymazdı.
19.Bölüm Sonu...
Yorum ve votelerinizi bekliyorum, iyi günler.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehrin Orospusu
Teen Fictionİki gencin yaşadıkları kasabadan sıkılıp, defalarca şehre yürüyerek gitmeleri, her gittiklerinde gördükleri manzara farklı farklı. Bir manzara var ki, defalarca gitmelerine sebep olan. O manzara ki hayatları dağıtan. O manzara ki Lanet şehre yağmur...