Hızla bir ara sokağa girmiştim, öyle bir ağlıyordum ki görseniz oyuncağım elimden alınmış sanırdınız. Bir kaldırım taşına oturmuş, kafamı dizlerime dayamış hüngür hüngür ağlıyordum. Ercan yanıma gelerek oturarak;
Ercan: Üzülme, bu gece onun oturduğu caddeyi yakacağız ve sen basbağır bağırıp aşkını ona itiraf edeceksin! Olmazsa olmaz, olursa olur. Olmazsa da yaptımda olmadı dersin! Bu kadar basit.. Sen o caddeye döndükten sonra o ikisine bağırdım, beni duydular, kız peşimden gelecekti ki yanında ki orospu çocuğu kolundan tuttu.
Kafamı hafifçe kaldırarak konuşmaya başladım;
-Ya beş kuruşum bile yok! Ulan param olsa gider en kaliteli sigarayı alırım derdime içerim sonsuza yani! Ulan param olsa cebimde, gider en kralından bir silah alırım, o çocuğu da o kızı da sonra sonra kendimi de öldürürüm. Şu hayat bana bir gülmedi. Tanrı dedikleri varlık benim gibi sefil bir yaratıktan ne istiyor anlamadım. Hergün onun emriyle yaşıyorum sanki! Bana sordumu lan he bana sordumu! Niye yaratıyorsun ki doyuramadığın insanları! Niye yaratırsın kör bir çocuğu! Canını alacağım bir mahlukatı niye yaratırsın! Acı varsa tatlı niye orta da! Nerde ulan bu adalet göster boğazına atlayacağım.
Ercan sustu. Söyleyecek çok şeyi vardı lakin sustu, sustu. Sonra tek bir kelime ağzından çıktı;
Ercan: Haklısın.
Böyle dedi Ercan. Haklı olduğum konuda sadece "Haklısın" demişti, biliyorum çok şey diyecekti lakin o "Haklısın" demeyi tercih etmişti. Dünya'da olmayan adalet'e içimden sövüyordum. Her sövüşümde çaresizliğimle kalıyordum.
Gözyaşlarımın tenimi rahatsız ediyordu. Acı'dan ötürü asit gibiydiler. Bir de o yakıyordu ya canımı. Yanımda oturan Ercan, birden ayağa kalkarak bana doğru elini uzattı ve;
Ercan: Hadi kalk gidelim.
Kafamı dayadığım dizimden kaldırarak Ercan'ın moralden paramparça olan yüzüne çevirdim.
-Nereye?
Ercan: Benzin bulmaya hadi.
-Dostum, beni az buz tanırsın. Ben beni tanıyan hadi geçtim onu benu tanımayan bir insanı dahi rahatsız edemem. O yüzden bu işi boşverelim, biz yolumuza bakalım. Ben annemi kaybetmişim, onu kaybetsem ne yazar? Ben hangi acıma üzüleyim diye düşünüyorum, hepsiyle sırasıyla ilgileneceğim. Ama annemin acısının bir sırası yok o acı hep nirvana'da hep zirvede.
Ercan: Dostum gel o adamı dövelim, için rahatlar, sinirini çıkartırsın.
-Ercan.. Acım var acım.. Ben en babayı bile dövsem bu acı geçmez.
Ercan: Ne yapalım dostum, oturduğumuz yerden Tanrıyamı sövelim?
-Bilmiyorum Ercan.
Bu sırada Ercan'ın elinden tutarak kendimi yukarıya çektim ve üzerimi düzelttim ardından yüzümü silerek ara sokakta yürümeye başladık. Ercan habire sigara uzatıyordu, habire de sigara içiyorduk.
8 saat sonra...
Ercan ile Ben tüm 8 saatlik dilimde, gezdik, dolaştık, oturduk, konuştuk. En son kasabaya eve dönerken Ercan'ın sabah ki sayısal loto oynadığımız bayii'nin önünde durduğunu gördüm.
Ercan: Hey senin şu sayısal loto açıklanıyor galiba gel bir bakalım.
Ercan ile içeriye, kalabalığın aslan gövdesini yararak girdik. Kapının tam karşısında ki tepede duvara monteli plazma tv'de sayısal loto açıklanıyordu. Altı makinenin başında birbirinden farklı altı kadın duruyordu. Az sonra toplar makineden aşağıya yuvacığına kavuşacak ve bu kadınlar topları ellerine alarak rakamları okuyup, izleyicilere gösterecek ve zengin olan talihliye tatlı mesajlarını iletecekti. Zengin olmak bu kadınların topu kaldırışlarındaydı. Biz Ercan ile bayii'de kalabalığın arasında tv'yi zar zor görebiliyorduk. Ara ara devasa boydaki adamlar bizi göremiyor ve çivi gibi omuzlarını gövdemize saplıyordu. Bazıdı dışarı da ya iddia oynuyor ya da bir sigara yakmıd içiyordu. İçeride ise dinmek bilmeyen bir uğultu ortama hükmünü sürüyordu, sanki buranın tek hakimiymiş gibi. Sesler oldukça yabancılaşıyordu. Siyah ceketli adamların sayısı oldukça fazlaydı sayamıyordum. Evden pijamalarıyla çıkan adamlarda vardı, gazete almaya uğrayan edebiyat düşkünü, şiir sevdalısı insanları da unutmuyorum. Yüzü asık, morali bozuk yaşlı tezgahtar gelen gidenle muhabbet etmek istiyordu. Yaşlılık işte zaman geçirmeyi istiyordu. Başkaları ile konuşmak bu adamı rahatlatıyordu. Yanımda iki büyük ve siyah sıkı bıyıklı, siyah deri ceketli adam ellerinde ki pet bardaklar ile bir yandan çay içiyor bir yandan iş konuşuyorlardı hatta teki cebinde ki bozuk paraları eliyle karıştırıp ortama garip bir demir sesi yayıyor diğeride buna oranla kahverengi kundurularını iki de bir yere bir tempo ile vurarak o da iş arkadaşının yaptığı gibi ortama garip bir ses yayıyordu. Ses tarafından sikilmiş bu ortamda kafayı zırlatmak üzereydim ki, tezgahtar adsm televizyonun sesini açarak genç spikerin sesini duymaya çalıştı. Televizyona ben daha yakındım lakin ben bile duyamıyordum bu dörtgen plazmanın içinde ki siyah kaban giyen görünüşe göre delikanlı adamın sesini, Tezgahtar adam sesini ortamı duyaracak bir kıvama getirerek konuşmaya başladı;
-Arkadaşlar biraz sessizlik sayısal loto açıklanacak.
Ortamda ki herkes bir anda susarak, pür dikkat televizyona odaklanmıştı, dışarıda sigara içen insanlar sigarasını fırlatarak içeriye yönelirken, iddia oynayan gençlerde sigara fırlatan abilerine özenerek içeriye doluştular. Ortam daha da kalabalıklaşmıştı, biraz daha kalabalıklaşırsa adım atmakta zorlanabilirdim. Garip insanların, garip kokuları ortama dağılıyordu. Kiminin nefesi, kiminin koltukaltı, kiminin boxerı, kiminin parfümü kokuyordu, hepsi birbirine karışmış ve daha berbatımsı boğaz yakan bir koku bulunduğumuz odayı ele geçirmişti.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şehrin Orospusu
Roman pour Adolescentsİki gencin yaşadıkları kasabadan sıkılıp, defalarca şehre yürüyerek gitmeleri, her gittiklerinde gördükleri manzara farklı farklı. Bir manzara var ki, defalarca gitmelerine sebep olan. O manzara ki hayatları dağıtan. O manzara ki Lanet şehre yağmur...