Medya: 1.Carolina 2. Carolina'nın orkestrada seslendirdiği müzik.
9.
Gökyüzünde lekeli gelinliği ile bir gelin edasıyla süzen Ay, siyah ve öfkeli bulutların arkasında gizlenmişti. Livorno ya şiddetli yağmur yağıyordu. Sokaklarda ne insan vardı, ne deki kedi köpek. Damlalar pencerede yol çizerken, kahvemdeki buhar gitgide sönüyordu.
Piyanonun tatlı sesi kulaklarıma doldu. Minik elleri ile piyanonun tatlı sesine eşlik eden Carolina, âdeta bir kelebek gibi uçuyordu. Kumral saçları yüzüne düşerek piyano çalmasına izin vermiyordu. Fakat onun umurunda değildi. Piyano kızmaya başladı. Sert müzik mağazayı yerinden oynatacaktı. Daha da sertleşti. Sadece piyano değil, yağmur ve rüzgarda esip coştu. Tabiat birbiriyle savaşa girmişti. Notalar kılıçlarını hazırlamış, şahın emrini bekliyordu. Şahsa tahtını düzeltmekle meşguldü.
Müzik durdu. Artık dışarıdaki yağmur ve rüzgarın sesi daha aydın çıkıyordu. Carolina oturduğu sandalyeyi geri çekti. Fakat kalkmadı. Öylece durup piyanoyu izliyordu. Göz yaşı çenesinden düşüp küçük bir göl yarattı. Soğumuş kahvemi üşümüş ellerime alıp Carolina'nın yanına gittim. Baş ucunda durdum.
"Ne oldu Carolina?"
Ses çıkmadı. Biraz geçti ki bakışlarını bana çevirdi. Gözleri öfkelenmiş deniz gibi dalgalanıyordu.
"Annemi özledim." Bu iki kelime yüreğimi yerinden oynattı. Yalnızlığı seven ben, annemi özlemişti.
9 yaşındaki bir kız annesine muhtaçtı. Anne sevgisi görmemiş bir kız herşeye muhtaçtır. 9 yaşındaki bir kız değil. Herkes anne sevgisine, anne kokusuna eli açıktı.
Sustum.
"Lorenzo abla, ben anneme nasıl ulaşabilirim? Abim piyano çalarak diyor. Babam iyi okursan diyor. Sen ne diyorsun? Sence ne yapabilirim ki, ona ulaşayım? Bol bol yemek yemekle mi? Uyuyarak mı? Beni nasıl kandıra bilirsin ?" Soğuk gülümseme dudaklarımda yer aldı. Küçük çocuğu kandırmaları basit değilmiş. Yanına oturup, konuşmaya başladım;
"Hiçbir şeyle ulaşamayacaksın." Gülümsedi. Başını omuzuma koyup kahkaha atmaya başladı. Kahkahası beni de güldürüyordu.
Durdu.
"Sen artık bir kahramansın! Aferin sana! Benim melek kalpli kahramanım!"
****
Güneşin kızıl saçları odayı bürümüştü. Yorucu bir güne başlayacağımızın haberini veren güneşi, tutup boğmak istiyordum. İki saatlik uyku bir hiçti. Sıcak yatağımdan ayrılıp rutin işlerimi hallettim. Salona geçtiğimde, üzerinde sadece mavi eşofmanla koltukta yayılan Stefano beklemiyordum.
"Git üzerine bir şey giyin ve bana yemek yapmakta yardim et." Ses çıkmadı.
Yeşilliğini kaybetmeye başlayan çimen ve ağaçlara açılan pencereyi açtım. Evi kucaklayan rengarenk çiçekler pencereden içeriye giriyordu. Temiz havayla birlikte çiçek kokusu salonu ferahlandırıyordu.
"Hadi." deyip mutfağa gittim. Biraz sonra Stefano geldi. Yanımda durup bana boş gözlerle baktı.
"Ne duruyorsun kunduz. Yardım etsene." gözlerimle tezgahta duran domatesleri göstererek söylediğim şeye kaşlarını çattı. Sonra yanıma gelip kırmızı domateslerden birini alıp, çekmecede de bıçağı alıp tahta tezgahta kesmeye başladı. Bir süre sessiz kaldık. Sadece tezgaha değen bıçak sesi vardı.
"Soğutucudan salatalık verir misin?" bıçağı yere koyup soğutucudan uzun bir salatalık aldı. Bana uzatırken;
"Sen tam bir -dedi- Osmanlı lehçesi ile konuşuyorsun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elizabeth Tohumu #wattys2016
RomanceTımarhanenin tam ortasındaydı. Ay ışığı pencerelerden sızıp mermer zeminde parlıyordu. Elizabeth Tohumuna kurban olan adamsa küçük adımlarla yürüyordu. Tımarhanenin bahçesine çıktığında küçük hovuza takıldı gözleri. Hovuzda tek Kuğu kuşu. Gözlerinin...