12.
Sık ağaçlar arasında çukurlu topraktan açılmış dar yolun üzerinde bisikletle geçiyor, uçuşan sarı saçlarımdan zevk alıyordum. Güneş gözümü sulandırıyor, ayaklarım bisiklet sürmekten yorulmaya başlıyordu. Susuzluktan damağım kurumuştu. Fakat bunu umursamadan, çukurlu yollara sine gererekten, rüzgara meydan okuyaraktan, o günkü yani, Stefano ile birlikte tesadüfen karşılaştığımız ağaca ulaşacaktım. Milyonlarca ağaçla örtülmüş bu toprakta o ağacı bulmak imkansız gibi gözüküyordu.
Birazda ilerlemiştim ki kuşların sesini duyup onları dinleme maksadıyla ayak saklamam iyi olmuştu. Ayak değilde, bisiklet saklamak daha doğru olurdu. Sık örülmüş piknik sebetinden yiyecek bir şeyler alıp, susuzluktan ölüm dirim mücadelesi veren, yeşilliğini yeni itirmeye başlayan çimenlerin üzerinde oturdum. Toprağın soğuk nefesi vücudumu titretmişti. Kalın gövdeli ağaca sırtımı yaslayarak derin bir 'oh' çektim. Yemeğimden ara sıra aldığım dilimler beni doyurmuştu. Şişeden ılık suyu yudumladıktan sonra bisikletime binip ormanın cıdırlı* yollarına baş koydum. Kuşların cıvıltılı sesiyle gittiğim bunca yolun sonucu "o" ağacın köklerine bağlanıyordu.
Yaprakları tüy gibi inceydi. Gövdesi o kadar büyüktü ki, cümleler bile onun büyüklüğüne kurulamıyordu. Bisikleti özenle yere koyup sessizce durup alttan yukarı ağacı süzmeye başladım.
Havalar soğuduğundan yapraklar kanat açmış durna gibi sağa sola uçuşuyorlardı. Bunu temaşa eden eyri üyrü ağaç dalları, kalın ve bir Tır'dan iri gövdeye birleşiyordu. Gövdesinden aşağıya yol çizdim gözlerimle...
Elsa De Luca...
Kadının mirvari gibi vücudu bu nemli toprağın alt katlarında mı yatıyordu?
Nemli toprak karşısında diz çöktüm. Bir an hönkürerek ağlamaya başladım. Stefano'ya, kendime, Carolina'ya... Annesiz liğe...
En azından Stefano anne kokusunu zihnine gömmüştü. Ben ne anne kokusunu doğunca koklamış, ne deki anne sevgisini görmüştüm.
Annesizlik susuz bir kuyu gibi. 'Anne' dersiniz ya her zaman, dediğinize sevinin. Bazıları ne anne diyor ne baba. Annenizin den düşmüş beyaz saçlarını koklayın, annenizin kızıl gül gibi kırmızı yanaklarından doğunca öpün. Demiştim ya hani, "Kayıp ettikten sonra anlarsınız onun kadrini." Ben şimdi anlıyorum yanlışlarımı. Ben şimdi anlıyorum ki, anneme 'uf' bile dememiliymişim. Annenizin sıcak koynunda derin izler bırakın. Bari ben yapmadığımı siz yapın.
"Anne sevgisi görmeyenler tahta gibi kuru, taş gibi katı, buz gibi soğuk olurlar"
****
Çukurlu yollardan, susuz topraklardan, Livorno'nun rengarenk evlerinden geçerek mağazaya varmıştım. Geldiğimde, gördüğüm manzara karşısında gözlerim bukalemunun dili büyüklüğünde açıldı.
Mağazada ayak basacak yer yoktu. Stef bütün yaşlı, genç, küçük kadınları etrafına toplamış aletler hakkında malumat veriyordu. Mağazada cemi birkaç erkek vardı. Beni fark eden Stef dudaklarını alaycı bir şekilde kıvırdı.
"Gel bana yardım et. Her taraf kadın." dedi. Sesinden okunuyordu gülüşü.
Bu kadar kadını, -tamam geçtim- bu kadar müşteriyi nasıl yaptı da mağazadan bütün aletlere bakıp, onlar hakkında malumatı hevesle dinleyecek?
"Burada işlediğimden beri bu kadar müşteri görmemiştim. Sen ne yaptın ki her yer adam kaynıyor?" şaşkınlıkla sorduğum soruya bir kahkaha attı. Sonra bakışlarını bana dikerek devam etti;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elizabeth Tohumu #wattys2016
RomanceTımarhanenin tam ortasındaydı. Ay ışığı pencerelerden sızıp mermer zeminde parlıyordu. Elizabeth Tohumuna kurban olan adamsa küçük adımlarla yürüyordu. Tımarhanenin bahçesine çıktığında küçük hovuza takıldı gözleri. Hovuzda tek Kuğu kuşu. Gözlerinin...