İthaf: ZuzuSva
17. -Aynada umut.
Ucu bucağı görünmeyen hastanenin miskin duvarlarına sırtını yaslamış Stefano sanki hayattan soyumuştu. Hiç aklının ucundan bile geçmemişti, bir gün morg yazısıyla insanı kedere boğan kapı önünde oturacağını. Umut işte. Güven işte... "Belki onu yeniden görürüm" umudu. "O, beni yalnız bırakmaz" deyip ona sonsuz güveni.
Umut ve güven aynı "aynaya" bakar ama kendini görmeyince paramparça olur. Sıradan bir aynayı toz bastığında temizlersin geçer. Peki ya umut ve güvenin aynasını nasıl? O aynayı temizleyince geçer mi?
Umut ve güven sadece "bir" kere kırılır ve asla yeniden "bir" araya gelemez. Tıpkı bir yaprağın ağaçtan kopup toprağa kavuştuğu gibi. Geri dönüşü olmayan bir yol: Ölüm gibi...
Yetmiş yaşlarda yaşlı bir adam elindeki esasıyla hızla Stefano ya doğru koşuyordu. Stefano dirseklerini dizlerine koymuş, parmaklarını saçından geçiriyordu. Yaşlı adam elleri titreyerek Stefano ya yavaşça dokundu ama Stefano başını kaldırmadı. Beli bükülmüş, saçları Ay gibi beyazdı. Elindeki esasıyla dengede durmaya çalışan yaşlı adama yer verdim. Sanki adamın gözlerinde ışık vardı ama bu ışık mutluluk ışığı değildi. Gözleri dolmuştu ve hastanenin sarı ışığı onun gözlerinde ışık oluşturuyordu.
"Kimi istemişdiniz?"
Kırış kırış olmuş yüzünden her şey aydındı artık. Gözleriyle morgu işaret edip derin bir nefes aldı. Bakışlarını Stefano ya çevirip konuşmaya başladı;
"Kaç saattir?"
Stefano titreyerek dirseklerini dizlerinden ayırdı ve başını soğuk duvara yasladı. "Beş altı, altı beş.. Bilmiyorum." adam cevabını almıştı. Elleri daha da titredi. Tez tez inip kalkan göğüs kafesi, göz yaşları ve derin nefesleri üzüldüğünün numunesi idi. Adam mahvolmuş gözleriyle bana baktı;
"Otur, kızım" dedi kısık sesle.
"Yok, efendim. Böyle çok iyi."
Yaşlı adam anlayışla başını oynattı. Sonra ıslak dilini kurumuş dudaklarının üzerinde gezdirip konuşmaya başladı;
"Albertino'nun neyi oluyorsun kızım?" bakışlarını bana çeviren yaşlı adam cevabımı bekliyordu. "Mağazada işçisiyim." başıyla onaylamakla yetindi.
İnsanlar karınca gibi işliyorlardı. Bazıları ellerinde dosyalarla koridorun başından sonuna kadar karşı karşıya dizilmiş kapıları tıklayıp içeriye giriyor, bazıları dikkatlice doktorun sesli konuşmasını dinliyordu. Bizimki gibi hastanenin birleşik sandalyelerinde sessizce oturup bir şeyler düşünen insanlarda vardı. Yaşlı adam yeniden bakışlarını etraftan alıp bana çevirdi.
"İsminiz ne?" nazik sesi bakışlarımı ona çevirmeme sebep olmuştu.
"Mersa diyebilirsiniz ama daha çok Lorenzo işleniyor."
"Annenizin ismi ne?" meraklı gözlerle bana baktı.
"Caprice."
Yaşlı adam gözlerini sonuna kadar açtı. Şaşkınlıkla bana baktı ve kekeleyerek dudaklarını oynattı;
"Mersa..."
Elleri daha çok titredi. Boğazındaki damarlar aydın bir şekilde göze batıyordu. Nefes almayı unutan, saçları beyazın grisine çalan bu yaşlı adamın hâli kötüydü. Ona doğru yaklaşarak omuzlarından tuttum. Stefano sandalyede dik oturup yaşlı adama yardım edecek hemşire çağırıyordu. Gitgide yaşlı adam terlemekten bayılacaktı. Beni merak eden şeyse: Neden benim ismimi duyduğunda halinin değişmesi idi? Beynim bu sorular karşısında yaşlı adamın ne zaman hemşireler tarafından başka bir odaya götürüldüğünü bilmemişti. Stefano da hemşirelerle beraber yaşlı adama yardım etmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elizabeth Tohumu #wattys2016
RomanceTımarhanenin tam ortasındaydı. Ay ışığı pencerelerden sızıp mermer zeminde parlıyordu. Elizabeth Tohumuna kurban olan adamsa küçük adımlarla yürüyordu. Tımarhanenin bahçesine çıktığında küçük hovuza takıldı gözleri. Hovuzda tek Kuğu kuşu. Gözlerinin...