Aşk Atmosferi Solumak

1.8K 145 9
                                    


                "Manyak mısın kızım sen?"

Nazlı'nın omzumdan beni güçlü bir şekilde itmesi ve dengemi kaybetmem üzerine o ana döndüğümde, üzerimden sanki bir tren geçmiş gibiydi. Sanki ne zaman acılar aralansa, ışık görünse sıradaki vagonu umursamadan biraz olsun kafamı kaldırsam, o vagon gelip üzerimden geçiyordu. Çok canım yanıyordu. Öyle çok yanıyordu ki bu acı fiziksel olsa belki de beni öldürebilirdi. Ama kalp kana da alışkındı, kanamaya da...

"Nazlı sakin ol." Dedi Savaş onu tutmaya çalışırken. Gözlerimi çevirip güzlerine baktım tek tek. Hakkımda ne düşündüklerini kestirmek zor değildi. Nereden geldiği belirsiz bu kız, bir anda her şeyi alt üst ediyor, aynı grubun içinden iki yakın arkadaşla sevgili oluyordu. Öyle mi oluyordu?

Hayır... Buradan sonra onları anlamak hiç de kolay değildi. Umurumda mıydı? Sanmıyordum. Gözlerim delice yanıyordu. İçim deliniyordu sanki. Beni burada, böylece bırakıp gitmiş miydi gerçekten? Aşk bunun neresindeydi?

Aklıma telefonlarımı açmadığı gün geldi bir anda. Ne demişti ondan önce Ali? Ne demişti?

"Bundan sonra ne olursa olsun, istersen grupta kal, istersen uzaklaş. İster özür dile, ister dileme. İstersen hatta hepsine nefret kus, bana bağır çağır falan. Fark etmez. Ben artık senin yanındayım. Her ne olursa olsun düşersen seni tutacağım. Elinden tutup kaldıracağım. İyiyi ve kötüyü paylaşmak için oradayım. Artık aksini düşünmene bile izin vermeyeceğim. Ve aksini düşünmek ya da uygulamak için çok geç sanırım."

Peşinden ne geldiğini hatırlıyor musun Selin diye sordum kendime bir anda içimi ürperten bir soğuklukla. Açılmayan telefonlar, kaçışlar, görmek istemeyişler... Güven bunun neresindeydi? Aşk bunun neresindeydi.

Bazen, hele ki canınızdan çok severken bir şeyleri görmek zorlaşıyor. Bir şeylere tahammül edebilir hale geliyorsunuz. Ya sonra? Sonra, önü sonu uyanmak zorundasınız. Ve işte ben uyanıyordum. Onun için canımı verir miydim? Evet, verirdim. Ama bir hiç için vermezdim. Ve tutunduğum aşk, beni ayakta tuttuğunu sandığım ip, yoktu. Ve ben onun varlığına öyle bir sarılmıştım ki başka bir ipi aramadan, tutmadan, öylece düşmüş ve düşmediğimi sanmıştım. Düşüş uykumun deliklerinde hissettiğim hisse bile ikna olmamış, varoluşsal güdülerimi yanıltacak halüsinasyonlar yaratmıştım. Ve işte gözlerim doluyordu.

"Ağlama be!" diye gürledi o anda Nazlı. "Gören de mağdur sensin sanır."

"Nazlı yeter!"

Emre gözleri üzerimde, bana saf hayal kırıklığıyla bakarken Nazlı'dan onlarca kat fazla yakıyordu canımı. Ve Nazlı'nın da arkadaştan düşmana sert bir çarpmayla evirilmesi zaten çok inciticiydi. Tüm bu ortamda, ben yok olmak isterken, Savaş Nazlı'ya karşı çıkan sesinden sonra tuttu kolumdan ve beni çekerek sürüklemeye başladı.

Biraz uzaklaştırdığında kolumu zorla kurtardım elinden.

"Ne yapıyorsun be?" dedim kızgınlıkla. "Bırak beni."

"Yardım etmeye çalışıyorum." Dedi Savaş. Ses tonu insanı ikna eden cinstendi. Ama o, ne olursa olsun Nazlı'nın erkek arkadaşıydı. Ona güvenemezdim.

"Sana güvenmiyorum." Dedim, içimde hiçbir şeyi tutmayarak. Çünkü hepimizin en başından beri yapması gereken buydu aslında. Susmuştuk. Sanki bir şeyler bu şekilde mükemmel olacakmış gibi susmuştuk. Güvenmesek bile güvendiğimizi, sevmesek bile sevdiğimizi, istemesek bile istediğimizi söylemiş ve her şeyi daha iyi ve hatta mükemmel yaptığımıza inanmıştık. Sanki yalanlar sonunda bizi kendilerine alıştıracaklardı ve sonra her şey daha güzel olacaktı. Ya da o yalanın vadesi dolacak ve gerçekler açığa çıkmadan bir şeyler değişecekti. Sonuçta sanki yalanlar bizim kalkanımızdı ve biz onu o şekilde giyiyorduk.

Sen Ve Ben İhtimaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin