Antidepresan Düşler

2.6K 204 31
                                    

                René Descartes'a ithafen...

                Bazen bir şekilde bilirsiniz, o anı ömrünüz, ya da en azından kalan ömrünüz boyunca unutmayacağınızı. Bir şekilde, an, o an, kulaklarınıza fısıldar.

Bundan sonra ben senim, sen de bensin. Senin kim olduğunu bilmenin, seni anlamanın yolu ancak benden geçecek. Kimse seni anlamazken, sana kendini ben anlatacağım.

Gözlerimi İstanbul'un yutucu siluetinde tuttum. Kemiklerim donana kadar öylece durdum. Kalbimden geçip vücuduma yayılan kan parmak uçlarımdan boşalırcasına canımın çekildiğini hissediyordum.

Sonra nefesimi tuttum. Ve seslendim.

"Dur!"

...

Bir Hafta Önce

Ali beni apar topar evden çıkarmış ve arabasına bindirmişti. Evet, telefonum buradaydı ama onu aradığıma pişmanlık duyuyordum. İşler çok hızlı içinden çıkılmaz bir hal alıyordu. Dürüst olmalıydım. Dürüst olmalıydık. İlişkinin başlangıcı böyle olmamalıydı. Böyle olmazdı. İyi hissetmem gerekirken, ve berbat hissetmem gerekirken, ben hiçbir şey hissedemiyordum artık. Arabada öylece oturmuş ve babamın eve gelip gelmeyeceğini düşünmek istemiyordum. Ali'nin kendinden korkan benliğinin beni tekrar iteleyip itelemeyeceğini düşünmek istemiyordum. Ali'den, annemden ya da babamdan ayrılmak istemiyordum. Ama bu benim hayatımdı ve bir şekilde işler artık hiç doğru gitmiyordu.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum Ali'ye en sonunda. Hiçbir fikrim yoktu belki, belki bunun olacağını düşünmüyordum ama sordum işte.

"Öğrenirsin." Dedi sakin kalmaya çalışarak, zorlayarak. Bu ses tonu, kafasında muhasebe yapanın aslında ben olmadığımı gösteriyordu. Ben sadece düşünmüyordum sanırım. Çünkü ben, öyle yıkılmış hissediyordum ki...

Babama kal diyemiyordum, anneme hesap soramıyordum, işleri yoluna koyamıyordum ya da büsbütün yoldan çıkaramıyordum. Ali'den ayrılamazdım mesela, ya da benden ayrılsa ona engel olamazdım. Rüzgarda savrulan bir kuru yaprak gibi, kader dedikleri insan ilişkilerinin yönetimini kıramadan bir döngüye girmiş ve canımın acımasını seyrediyordum. Çünkü sadece annemi, babamı ve Ali'yi seviyordum. Ama günün sonunda yalnızdım. Yapayalnız. Ve hep aynı duvarlara bakıyordum. Evin duvarlarına. Bomboş kalsalar bile, oraya bakıyordum.

"Eve gitme." Dedim birden, korkuyla. Bu kuru yaprağın duyguları vardı. Biraz daha hırpalanırsa param parça olacaktı. "Eve gitmek istemiyorum."

"Merak etme." Dedi göz ucuyla bana bakarak. "Eve gitmiyorum."

...

Ali

Arabayı durdurduğumda tek istediğim Selin'i o ortamdan, beynimi o andan uzak tutabilmek olduğu için buraya getirdiğim Selin'e baktım. Onun için işler o kadar da normal görünmüyordu. Evet, kesinlikle onun ilk dakikadan canını acıtmıştım işte.

"Korkma." Dedim omzuna ürkekçe dokunup. "Madem buradayız. Buradasın... O zaman artık bir şeyleri konuşmamız gerek."

"Dinliyorum." Dedi gözleri bende, yüzünde hüzünlü ve yorgun bir ifade. Şimdi anlatmalı mıydım gerçekten? Gözlerimin önünde babası evi terk ettiği için eriyip biten kıza nasıl derdim ki babamdan nefret ediyorum. Birbirimizi anlayabilir miydik ki? Onun üzüntüsünü anlayabilmiş miydim sanki beni arayıp çağırdığında? Sesinin çaresizliğine koşup gelmemiş miydim sadece?

Ben Selin'i anlayamamıştım. Çünkü babam umurumda değildi. Evi terk etse ruhum duymaz, öğrendiğimdeyse mutlu olurdum. Çok defa kaçıp gitmeyi denemiştim. Bir şekilde hep beni bulup geri getirmiş ve gözünün önüne oturtmuştu. Sonra yine aynısı. Bir defa akıl hastası damgası yedikten sonra ne zaman üzerime yığılan tüm acıları dindirmeye çalışsam, kaçsam, dirensem hep aynısı... Daha fazla ilaç... Göz alabildiğine, mideni dolduracak ve beynini durduracak kadar.

Sen Ve Ben İhtimaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin