Yoksa Ben De...

1.4K 112 20
                                    


Selin

Okulun bahçesinde yürüyordum. İçimde bir huzursuzluk, dışarıdaki ayazdan büyüktü. Benden büyüktü. İçim içimden büyüktü. Yalnız hissediyordum. Tatsız ve ürpertici bir alacakaranlık vardı. Yerdeki zemine döşeli taşları bile seçemiyordum. Ancak karşıma çıkmasıyla onun yüzünü çok rahat seçtim.

"Savaş?"

Ardından Nazlı'yı da gördüm. Sonra Tuğçe'yi, Melisa'yı ve Emre'yi. Bana bakışları sertti. Kaçıp gitmek istedim, ama beceremedim. Yapamadım. Sanki ayaklarım sıkıca yere yapıştırılmış gibiydi.

Ali'ye seslenmek istiyordum. Ancak sesim çıkar mı bilemiyordum. Çıksa, ona gider mi bilemiyordum. Korkuyla gözlerim onların üzerinde gezinirken, en son onu gördüm. Ali'yi. Ali'nin gözlerini. Emre'nin hemen arkasından. Aynı bakışla. Tüm gürültücülerle. Hepsiyle.

İçime bir şey saplandı bir anda. Bir şey demek istedim ama diyemedim. Ne diyecektim ki? Ali bana bir söz vermemiş, bir şey söylememişti. Ben senin yanındaydım, yardım ettim sana mı diyecektim? Kendim, kendi isteğimle yaptığım bir şey için, benden istemediği bir şey için bana borçlu olduğunu mu söyleyecektim. Sevebilirdi beni belki Ali. Belki de sadece kaybetmekten korkardı. Ama her neyse, Emre'yi kaybetmekten daha çok korkuyordu. Belki onu daha çok sevdiğinden, belki ona daha bağlı olduğundan. Her türlü, onun için beni yakabilecek kadar olmalıydı korkusu. Yoksa bunca zaman, elimde bir cevap olmadan...

Tam bağırmak isterken, gözlerimi açtım hızla. Ali yanımda, sırtı bana dönük uzanmıştı. Kalbim küt küt atıyordu. Hepsi bir rüya... Hayır, bir kabustu. Derin bir nefesle kalktım yataktan. Ancak kalbimdeki ritim bozukluğu geçmedi bir türlü. Elimi kalbimin üzerine bastırdım. Hızlı koştuğumda olduğu gibi, acıtacak kadar hızla atıyordu kalbim. Ritimleri sıktı.

Bir süre bekledikten sonra, yanına oturdum uyuyan Ali'nin. Sabahın cılız ışıklarında bile parlayan sarı saçları, küçük burnu ve bana tüm güveniyle uyuyordu. Hala onu çok seviyordum. Bunu anlamam için bu kabuslardan kaç tanesini görmem gerekecekti? Artık ondan vazgeçmeden önce savaşmam gerektiğini anlamam gerekiyordu. Ve maalesef, onunla değil. Onsuz. Çünkü onun savaşacak hali yoktu. Ruhu tamamen felçliydi. Bu, ondan vazgeçeceğim anlamına gelmiyordu. Eğer bir umut varsa, gidip onu alacaktım. Eğer benim yanımda olabilmesinin, onu diğerlerine vermeme şansımın bir ihtimali varsa bundan vazgeçemeyecektim.

Elime hemen telefonumu aldım. Şarjım azalmıştı. Ancak bana yetecek kadar vardı. Odadan çıkarken çevreme bakındım. Ardından şalımı sandalyede bıraktığımı gördüm. Umursamadım. Ali, önceki geceyi ne kadar net hatırlar bilmiyordum. Ama yanında olduğumu bilmeliydi. Eğer o beni isterse, bana gelirse, ben de ona gitmenin bir yolunu bulurdum. Ona gitmek için bir neden bulurdum. Tıpkı şimdi olduğu gibi. Korkularımı yener ve ona dönerdim. Bana vereceği bir cevap olduğuna ancak o cevabı vermeye gücünün olmadığını düşünüyorsam, gidip cevabımı kendim bulurdum. Evden çıkana kadar kendimi tuttum, ancak evden çıktığımda, telefon çalmaya başlamıştı.

"Alo. Efendim Selin?" dedi telefonun öbür ucundan Melisa.

"Bana bugün anlatacağın şeyler vardı." Dedim derin bir nefes alarak. Evet, Melisa'yı da rüyada karşımda görmüştüm ve belki de bir intikam planının içine yürüyordum. Ancak oraya gitmesem asla bilemeyeceğimi de biliyordum. Ve eğer bilmem gereken bir şey varsa...

...

Ali

Gözlerimi açtığımda, yatakta ve yalnızdım. Buraya nasıl geldiğimi hatırlamıyordum. Kafamda bazı bulanıklıklar vardı. Selin'i hatırlıyordum, ona gittiğimi hatırlıyordum mesela. Peki ya sonra? Nasıl gelmiştim buraya?

Sen Ve Ben İhtimaliHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin