"Şarkı sözlerini anladığın zaman büyümüş olursun. Sadece ritmine odaklanıyorsan hâlâ çocuksun demektir. Her bir söz ne kadar anlamlı geliyorsa o kadar olgunsundur. Aynı şey hayat için de geçerli Pamira. Hayatı anlamaya başladığın an büyümüş olursun. Artık sen hayatı çok iyi anlıyorsun. Ne kadar inkâr etsen de."
Gözlerini daha da kıstı bunu kanıtlamak istercesine. Haklıydı yine. Elindeki bardağı yavaşça masaya bıraktı.
"Hadi izin ver sana yardımcı olayım küçük. "
Acaba kalbimin bu kadar soğuk olmasının sebebi neydi? Neden ona acıyan gözlerle bakıyordum, onun bana öyle bakması gerekmez miydi?
"Her günahın bir bedeli vardır. Ailenin günahının bedeli sensin. Ben hiçbir şey yapmadım desen de karma seni dinlemiyor. En basitinden hayat seni dinlemiyor. Yapacak bir şey yok. "
"Senin günahlarının bedelinin İmge olması gibi mi?"
Hafif bir şekilde gülümsedi. Sonra eski haline döndü. Kim bilir aklından neler geçiyordu? Çok mu acımasızca olmuştu.
"Merak etme küçük. Ne kadar uğraşsan da acımasız olamıyorsun. İmge öldü. "
"İmge ölmedi Uras. "
"Belki ölmedi, belki öldü. Bunlar önemsiz şeyler. Ben onu zihnimde öldürdüm. "
"O sana ne yaptı Uras!?"
Sinirle bağırmıştım. Düşüncesizdim belki. Acımasız olmaya çalışıyordum biraz ama onların hikâyesinin sonu neydi? Bilmek istiyordum.
Sustu. Kelimeler çığlık atarken sadece sustu. Ben de sustum. O kadar söyleyeceğim şey varken sadece sustum. Kelimerin boynuna ipi doladım ve sustum. Dilimi ısırdım ve sustum.
"Söz yorulur da sükut yorulmaz mı sanırdın?"
Ne kadar öyle kaldık bilmiyorum ama kan yüzümde kurumuştu. Başım çatlıyordu. Buna rağmen dilde kelamsızdım. Başımı hafifçe çevirip Uras'a baktım. Karşıdaki duvara gözlerini dikmiş düşüncelere dalmıştı. Kaşlarını hafifçe çatmış, dudakları düz bir çizgi halindeydi. Gözleri ise boştu.
Birden ayağa kalktı ve odadan çıktı. Orada tartışmamızdan sonra beni bu eve getirmişti. Onun evi olup olmadığını bile bilmiyordum. Zaten pek merak ettiğim de yoktu. İki katlı, eski bir evdi. Duvarları tahtalarla döşenmişti ve toz kokuyordu. Bu beni fazlasıyla rahatsız etmişti. Şimdi ne yapacağımı bile bilmiyordum. Yüzümde kurumuş kan vardı ve eminim berbat görünüyordum. Başım delice zonkluyordu. Sanki düşüncelerim ağır gelmişti. Aklımda milyonlarca cevapsız soru vardı. Anılar hiç terk etmemişti beni. Aksine zihnim anılara ziyafet veriyordu. Acılar ise hala sahip olarak beni buluyordu. Oysa ben onların sahibi değildim. Olmayacaktım da. Küçükken annemin mırıldandığı ninniler şimdi ağıt olmuştu. Ölü notalar da onları örtüyordu. Şimdi tüm evde yankılanan ölü notalar. Duyduğum ses yavaşça azalıyordu.
"Piyano..."
Salonumuzun köşesinde büyük bir alan kaplardı. Buna rağmen annem çok severdi. Beni üzerine oturup usulca basardı tuşlara. Mayhoş sesiyle ninniler söylerdi bana. Ölmeden önce.
Hızla ayağa kalktım ve sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladım. Usulca vişne ağacından yapılmış merdivenleri tırmandım. Gözlerim dolmuştu. Adımlarımın hızını arttırdıkça ses de artıyordu. Sonunda kapalı bir kapının önünde durdum. Notaların havada dans edişini hayal ettim. Şimdi her bir nota idam ipliği gibi zihnimde sallanıyordu. Anıların boynuna dolanıp duruyorlardı.
"Nefes alamıyorum baba. Bu insanlar içinde yerim yok benim. Artık beni koruyan umursamazlık maskem de düştü. Ah baba, ölmeyi o kadar denememe rağmen ölemiyorum bile..."
![](https://img.wattpad.com/cover/43627616-288-k348332.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SAHİPSİZ ACI
ChickLitTüm acılarımı bir kurşun misali tabancama doldurdum. Daha sonra bana bu tüm bu acıları yaşatanları nişan aldım. En başta hayatı. Bacaklarımı iki yana açarak kendi ayaklarımın üzerinde durdum ilk kez. Daha sonra horozu yavaşça indirip birden tetiği ç...