✩ ✩ ✩Güven... Güven... Güven...
Üç kere söyleyince bu güven denen şeyin ya da duygunun geleceği elbette yoktu. Kime güvenmem gerektiğini bana söylemeyecekti tabiki ama içimden sayıklayıp duruyordum işte. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, ne yapmamam gerektiğini bilmediğim gibi. Öylece Rüzgar'la yan yana dikiliyorduk. Zeynep'in kapısında, onun önünde.
Bize baktığında ne gördüğünü bilmiyordum. Kendim bile ne hissettiğimi bilmiyordum ki! Tek bildiğim yanımdaki adamın gerginliğiydi. Onun kararsızlığıydı. Onun sorgulamasıydı. Benim yerime her şeyi yapıyor gibiydi. Bense yine o saçma işi yapıyordum.
Güven... Güven... Güven...
İçimden sayıklayıp duruyordum ciddi ciddi. Tüm işi Rüzgar'a bırakmıştım. Zaten o sürüklemişti beni buralara. Buraya gelirken de ben hiçbir plan yapmamıştım. Şimdi de yine giymeyi unuttuğum ayakkabılarım yüzünden, ayaklarım üşürken, hiçbir şey düşünmeden, kendimi Rüzgar'a bırakmıştım.
Bu da bir nevi, ona duyduğum güveni göstermiyor muydu?
"Şaka yaptım diyorum size. Kulaklarınız mı işitmiyor?"
Elbette az önce Zeynep'in şaka yaptığını söylediğini duymuştuk. O yüzden ben 'güven' diye sayıklayıp duruyordum ya! O yüzden Rüzgar gergindi. O yüzden Rüzgar kararsızdı. Ne yapacağımızı bilmiyorduk. Beni buraya bıraktığında, artık tek başıma yapabileceğim bir şey kalmıyordu. Ayakkabılarım bile yoktu! Kaçmak istesem, kaçamazdım. Kapıya gelip, beni almak isteseler, 'istemiyorum' diyemezdim. Gerçekten şuan zor durumdaydık ve ben tüm yükü Rüzgar'ın sırtına yüklemiştim.
Üzgün müydüm? Hayır tabiki de. Beni buraya getirmeden önce düşünecekti.
Ortamın havasını biraz olsun dağıtan, Rüzgar'ın elinde tuttuğu çantamdan gelen zil sesiydi. İlk başta anlamamıştım. Sonuçta dört yıldır, telefon denen aletlerin, zil seslerine yabancıydım. Rüzgar, çantamı açmaya çalıştığında anlamıştım ne olduğunu. Çantama koyduğu telefonu çalıyordu.
Telefonu alıp, ekrana baktığında sanki daha fazlası mümkünmüş gibi çenesi kasılmıştı. Kimin aradığını deli gibi merak etmeye başlayamadan, telefonu bana çevirdi Rüzgar. İlk başta ismi göremedim ama bir kaç saniye içinde gördüğümde, heyecandan kalbim küt küt atmaya başlamıştı.
Yorulmamış mıydın kalbim sen? Hala nasıl, hızla atabiliyorsun?
Telefon, çalmaya devam ediyordu. Rüzgar, bana baktı. Bir cevap bekliyordu benden büyük ihtimal. Oysa, benim verebileceğim bir cevabım yoktu. Nasıl olabilirdi ki! Arayan Can GÜNGÖR'dü. Nasıl ondan kaçarken, çalan telefon için karar verebilirdim? Telefon Rüzgar'ın diyerek işin içinden sıyrılmak isteyen zihnimi onayladım. Kafamı önüme eğerek, omuz silktim. Benim yapabileceğim bir şeyim yoktu.
"Efendim?" Telefonun sesi kesilip, yerini Rüzgar'ın kendine has ses tonuna bıraktığında, dalgınlıktan kafamı kaldırıp Rüzgar'a baktım. Bana bakmıyordu. Tekrar kafamı önüme eğdim. Babamın gür sesini duyduğumda, içim ürperse de sabit kalmayı başarabildim. Bağırdığını duyabiliyordum ama tam olarak ne dediğini anlayamıyordum.
"Bilmiyorum." Rüzgar'ın söylediğine karşılık, babamın ne dediğini anlamaya çalışsam da başaramadım tam olarak. Her şeye bilmiyorum diyebilirdi Rüzgar. Yalan söylüyor da olabilirdi. En iyisi sessizce beklemekti.
"Onu bulmanızda yardımcı olmayacağım." Net bir ses tonu vardı Rüzgar'ın. Sert değildi, gergin değildi. İtiraz istemeyen bir ses tonu vardı. Babam da bunu anlamış olacak ki, bağırmaya başladı tekrar. Söylediklerinin arasından bir tek ismimi seçebilmiştim. Allah bilir, niye sinirlenmişti...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ UMUTLAR(İslami Yaşantılar Serisi/2) *TAMAMLANDI*
EspiritualUmutlar maviydi; gökyüzü gibi uçsuz, bucaksız... Ve gökyüzü, elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz bir yer değildi. ... Cemiyetin en güzel kızıydı Ada. İnsanlar, onu hem kıskanır, hem de ona imrenirdi. Zengindi, cemiyetin en yakışıklısıyla sevgil...