⭐⭐⭐Karanlık bir yolda koşarken, buraları bilmenin verdiği rahatlıkla gittiğim yönü ayırt edebiliyordum. Burası, yıllardır benim her anımın geçtiği, eve giden yoldu ama ben eve gitmiyordum. O evden kaçıyordum.
"Ada, dur!" Babamın, öfkeli ses tonunu duyduğumda, daha hızlı koşmaya başladım. Ona yakalanamazdım. O, benden dört yıldır sahip olduğum benliğimi istiyordu. Ferace veya başörtüsü neydi ki? Bunlar gitse, yerine yenisi alınırdı ama ya benliğim? Dört yılda büyük bir çabayla hayatıma geçirdiğim benliğimi kaybedersem ne olurdu?
Böyle bir şeyin olmaması gerektiğinin farkında olduğum için koştum.
"Hiçbir yere gidemezsin Ada! Geri dönmek zorundasın!" Babama tek bir cevap vermesem de, yolun bir türlü bitmediğinin farkındaydım. Bu yolun sonu olmalıydı, bu yolun bir sonu vardı! Birazdan ana yola çıkmam lazımdı. Hep öyle olurdu!
Babam, arkamdan yine bağırırken, cevap verme gereği dahi duymadım. O bile zaman kaybıydı şuan ve benim kaybetmeyi göze alabileceğim bir zamanım yoktu. Evden kaçarken, bunu daha iyi anlamıştım.
Babamın bağırışlarıyla sessizliğini böldüğü geceye bir tabancanın sesi de dahil oldu. Korkuyla olduğum yerde kalırken, babam da durmuş gibiydi. Arkamı döndüm korkuyla. Zifiri karanlığın içinde babamı arayan gözlerim, istediğine kavuşamazken, bir kurşun sesiyle daha irkildim. Kim ateş ediyordu? Babam mı vurulmuştu yoksa?
"Baba!" diye bağırdım gecenin sessizliğini yırtarcasına. Hiçbir ses, haykırışıma karşılık vermezken, olduğum yerde dönmeye başladım. Etrafı kontrol ediyordum. Bir yerlerden babam çıkacak gibiydi ama hayır, babam yerine daha farklı biri görmüştüm siyahların içinde. Kolunun bana doğru uzandığını gördüm. Silahı bana mı doğrultmuştu o?
"Bu sefer seni öldüreceğim!" Tanımadığım birisi, beni ölümle tehdit ederken, korkuyla titredim. Bir umut, sağa sola çevirdim başımı birisi görürüm diye ama yol o kadar ıssızdı ki artık emin bile olamıyordum bizim eve giden yolda olup olmadığımdan. Bizim yolumuz bu kadar ıssız değildi ve bu kadar... Burası, bir ormandı ve bizim evin yakınlarında orman yoktu!
Tekrar önüme baktığımda, beni tehdit eden adamın aynı şekilde durduğunu gördüm. Kaçmak istiyordum ama anında vurabilirdi beni. Çığlık atmak istiyordum ama arkamdan gelen babam bile ortalıktan kaybolmuştu. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. O kadar karanlıktı ki, hiçbir şey gözükmüyordu. Bulutlu bir geceydi. Ortalıkta ne yıldız vardı ne de ay. Etrafı az da olsa görmeme yardımcı olacak tek bir ışık kaynağı yoktu. Yutkundum korkuyla. Önümde, bir tabancanın namlusu, etrafımda ağaçlar ve gökyüzünde bulutlar.
Öldürülmek için, ne kadar da uygun bir ortamdı.
"Ada!" Ağaçların arkasından gelen sesle, sağıma döndüm. Umut'un sesiydi o ve çok normal geliyordu kulağa. Önüme baktım tekrar. Beni vurmak isteyen kişi kıpırdamıyordu bile. Sesi sadece ben duymuş olamazdım ama o neyi bekliyordu?
Sağıma çevirdim bakışlarımı tekrar. Karanlığın içinden bir silüet çıkarken, gözlerimi kısıp tanımaya çalıştım. Umut'un sesini duymuştum ama görmek de istiyordu gözlerim. Çünkü sadece sesini duymak, beni rahatlatmamıştı.
"Bu karanlıkta ne işin var Ada?" Umut tekrar konuştuğunda, korkuyla önümdeki adama baktım. Hala kıpırdamıyordu. Umut, onu görmemişti ve belki de tabancalı adamın niyeti buydu. Korkuyla bağırdım Umut'a. "Git buradan, git!"
"Seni bırakıp nereye gideyim Ada? Bu karanlıkta tek başına kalamazsın." Umut, biraz daha yaklaştığında, artık onu az da olsa görebiliyordum. Kısa kollu bir tişört vardı üstünde mesela. Rengi veya deseni belli olmuyordu ama kısa kollu olduğunu anlayabilmiştim. Sarı saçları, hiçbir ışık olmadığı için parlamıyordu. Endişeliydi, bunu ses tonundan anlamıştım ama gitmesi gerekiyordu. Tabancalı adamın, ölüm gibi sessizliği beni fazlasıyla korkutuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ UMUTLAR(İslami Yaşantılar Serisi/2) *TAMAMLANDI*
EspiritualUmutlar maviydi; gökyüzü gibi uçsuz, bucaksız... Ve gökyüzü, elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz bir yer değildi. ... Cemiyetin en güzel kızıydı Ada. İnsanlar, onu hem kıskanır, hem de ona imrenirdi. Zengindi, cemiyetin en yakışıklısıyla sevgil...