⭐⭐⭐Ne zordu öylece gitmek... Ne zordu sessizce beklemek... Ne zordu yeni bir hayata alışmak...
Alıştığım bir şey var mıydı, bilmiyordum ama alışmam gereken şeylerin hepsi beynimde, beni ikaz edercesine yer alıyorlardı. Unutmak mümkün değildi lakin düşünmek istemedikçe daha çok üstüme geliyorlardı. Kabul etmekte zorlandığım gerçekler zihnimin her bir hücresine ele geçirmişti sanki. Ben onlardan geçmeye çalışsam da onlar beni bırakmıyordu.
Kabullenmek zordu. Böylesi bir geçmişi kabul etmek gerçekten zordu. Asıl ailemi öğrendiğim için sevinmeliydim belki de ama tek sorun bu değildi ki. Hapsedildiğim, yaşamak zorunda bırakıldığım hayatın, hilelerle dolu olması yakıyordu belki de en çok canımı. Asıl ailemden koparılışımı soğukkanlılıkla anlatan adamın, sunduğu yalan hayat batıyordu belki de kalbime. Belki de hayatımla hiç alakası olmaması gereken kişilerin hayatıma hiç acımasızca yön vermesi boğuyordu beni. Sadece beni de değil, büyük bir el tarafından sıkılıyordu kalbim. Hapsedildiğim parmaklar, ne çok uzanmıştı hayatıma. Kalbime, duygularıma, algıma, kısacası her şeye uzanmıştı bu parmaklar ve kimse sesini çıkartmamıştı. Kimi bildiği halde susmuş kimi parayla veya tehditle susturulmuştu.
Bu öyle bir plandı ki, yıllarca kusursuz bir şekilde işlemişti. Ruhum bile duymamıştı hayatıma hiç acımadan yön veren insanların kötü kahkahalarını. Vücudum, hiç hissetmemişti sırtıma defalarca giren bıçağın soğuk metalini. Gözlerim, hiç görmemişti sevgi dolu sözlerin gözlerden yansıyan yapmacık ışığını. Nereden bilebilirdik ki bu acımasızlığı? Biz bunlarla hiç tanışmamıştık ki.
"Çok fazla düşünüyorsun."
Haşim'in zihnime süzülen sesiyle, bakışlarımı hızla akıp giden yoldan çevirdim. Çok fazla düşündüğümü biliyordum ama düşünmemek de elimde değildi. Susmuyordu beynim. Bazen çığlık çığlığa, bazen hüzünle ama hep konuşkan ama hep geveze ama hep gerçek...
"Zihnimin bir kapatma tuşu yok." Ön koltukta oturuyordum. İlk başta yan tarafımdan seyrediyordum yolu, şimdiyse direk karşıya bakıyordum. Haşim'e bakmamak, verdiğim bir savaştı. Onun bakışlarıyla karşılaştığımda hiç susmayacakmış gibi hissediyordum kendimi. Zihnimde bile belli bir nizamda hareket etmeyen düşüncelerim sözcüklere döküldüğünde anlamsız paragraflar oluşturacaktı büyük ihtimal.
"Kendi kendine düşünmen bir işe yaramıyor ama gördüğün gibi. Bana anlat, kendinden daha çok yardım edebilirim sana."
"Konuşsam, benden kaçmak istersin. Zira, ben bile zihnimi bir yere bırakıp arkama bakmadan uzaklaşmak istiyorum."
Yine, yirmi iki yaşındaki kıza dönmüştüm. Ondan kurtulamıyordum bir türlü. Gölge misaliydi ve ben ağzımı açtıkça çıkıyordu ortaya. Belki de çocuk gibi yakınmak daha kolaydı.
"Zihnini boşaltmaya ihtiyacın var. Hiçbir şey kolay olmayacak senin için. Bu yüzden bana izin vermelisin. İzin vermelisin ki sana yardım edebileyim. Seni tam olarak anlayabilmem için izin ver bana Dicle."
Dicle... Evet, belki de sorgusuz sualsiz tek emin olabildiğim şey ismimdi. Ben kesinlikle Ada değildim. Bunu zaten geride bırakıp, kendimce kendime Rumeysa ismini vermiştim ama o da ben değildim. Ben sadece Dicle'ydim. Kendi kendinde kaybolan bir Dicle...
"Sen, gerçek ailenin yanında büyüdün Haşim. Bu yüzden beni hiçbir zaman tam olarak anlayamazsın." İlk defa başımı çevirip bakmıştım Haşim'e. Yüzündeki duygu değişimini görmek istemiştim. Yüz ifadesi çok değişmemişti ama gözlerine yerleşen hüznü görebilmiştim. Onda bile böyle bakışlar varken, bendeki hüzün nasıl dışarıya yansıyordu?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAVİ UMUTLAR(İslami Yaşantılar Serisi/2) *TAMAMLANDI*
EspiritualUmutlar maviydi; gökyüzü gibi uçsuz, bucaksız... Ve gökyüzü, elimizi uzattığımızda dokunabileceğimiz bir yer değildi. ... Cemiyetin en güzel kızıydı Ada. İnsanlar, onu hem kıskanır, hem de ona imrenirdi. Zengindi, cemiyetin en yakışıklısıyla sevgil...