Ⅱ-16/KARMAKARIŞIK DUYGULAR

10.3K 899 120
                                    


⭐⭐⭐

Doğmak ve ölmek, bu dünyanın değişmeyen olaylarıydı. Doğan bir insan, ölmeye mahkum oluyordu. Sonsuz yaşam, bu dünya için geçerli değildi. Bir gün veya bir yıl, yetmiş ya da seksen yıl... Nefeslerimizin hep bir sonu vardı. Alacağımız nefes sayılıydı. Ne zaman tükeneceğini bilmesek de bir gün tükeneceğini herkes bilirdi.

"Çok fazla kan kaybetmiş! Kan grubu ne hastanın?"

Nefeslerimizin tükeneceğini biliyor olsak da buna uygun yaşamıyorduk. Sadece kendimizle alakalı bir durum da değildi bu. Sevdiklerimizin nefesleri de hiç tükenmeyecekmiş gibi onlara bağlı yaşardık. Sevdiklerimizi, bir gün kaybedeceğimizi bilirdik ama bunun hep uzak olduğunu düşünürdük. Oysa elli veya seksen yıl ya da daha az; ne farkederdi? Yıllar geçince daha çok bağlanılıyordu. Öldüğünde geriye bırakacağı ve bizim bunlar için ağlayacağımız çok anı oluyordu.

"İçinizde kan grubu hastayla aynı olan yok mu?"

Hemşirenin yüksek sesle kan araması, çok uzaklardan geliyordu bana. Hastanedeydim, hemşire yanımda sayılırdı ama bir o kadar da uzak hissediyordum kendime. Hastanede olduğumuzu bile hissetmek zor geliyordu. Bana destek olan Haşim olmasa, belki de kendimi hiçlikte kaybedecektim. İyi olabilirdi aslında. Şuan uyuyup, uzun süre uyanmamak güzel bir kaçış olurdu ama yapamıyordum. Bir nevi şoka girmiştim belki de. Bunu düşünmekten bile acizdim.

"Hastayı, ameliyata alıyoruz!"

Herkeste bir telaş vardı oysa ben telaşlanamayacak kadar duygusuz hissediyordum kendimi. Görüşüm bulanıktı, ağlıyor muydum acaba? Elimi hissizce yüzüme kaldırdım. Fazlasıyla ıslaktı. Ağlıyordum ama farkına varamayacak kadar şoktaydım. Böyle durmak istemiyordum. Zor olsa da acımı hissetmek istiyordum. Canım yansın istiyordum. Mazoşistlik değildi bu. Sadece acıyı hissedersem gerçeklerin o kadar farkında olurdum. Sis perdesinin arkasına saklanmak istemiyordum. Hastanedeysem, bunun gibi hissetmek istiyordum.

"Dicle!" Haşim'in, o kendine has ses tonunu işittim. Başımı yavaşça yukarıya doğru kaldırdım. Boyum kısa değildi ama ayaklarım beni doğru düzgün taşımadığı için dizlerim kırık bir şekilde durmaya çalışıyordum ayakta. Haşim'in bir eli yüzüme gelip, gözyaşlarımı sildi. Sanırım, ben de bu anı bekliyormuşum acıyı hissetmek için.
Ağlamam şiddetlenirken, hıçkırıklarım duyulmasın diye başımı Haşim'in göğsüne gömdüm. Haşim'in sahiplenircesine beni sarması daha çok ağlamama neden oluyordu. Tam zamanında tanımıştım onu. Her şeyin bir zamanı var denilmesi doğruydu. En ihtiyacım olduğu anda karşıma çıkmıştı. Başka bir zaman olsa, benden sakladığı sırlar için onlara tavır koyabilirdim ama hayat kısa değil miydi zaten? Birileriyle aramıza mesafe koymak, ayrı geçen zamanlar hep sonradan pişmanlık olarak geri dönmez miydi?

"Dua et Diclem, dua et." Haşim, ağlamanın bir anlamı olmadığını daha kibar ve uygun bir şekilde dile getirirken, burnumu çekerek başımı kaldırdım göğsünden. Gözlerime çok derin bakıyordu kahveleri. Akan burnumu tekrar çektim. Bu hareketim Haşim'i gülümsetmişti. Elinde tuttuğu peçeteyi bana uzattığında zorlukla gülümsemeye çalışarak elime aldım. "Kendini zorlama. Ne halde olduğunu anlayabiliyorum."

Kardeş olmanın getirdiği bir anlayış mıydı bu? Alışık değildim ben bunlara. Her zaman tek çocuk olmuştum yalandan da olsa bir aileye. Şimdiyse bambaşka bir kişiden fazlasıyla sevgi ve anlayış görüyordum ve o, gerçekti. Acaba abim miydi? Yaşını bile bilmediğim bir insanın bana destek oluyor olması tuhafıma giderken, zaten olanların da normal olmadığını düşünerek geçiştirdim içimdeki duyguyu.

MAVİ UMUTLAR(İslami Yaşantılar Serisi/2) *TAMAMLANDI*Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin