@minimacchi Vay be! En son bu kadar heyecanlandığımda sbs denilen sınava girmiştim, gözlerim yaşlandı bir an. Hikaye tamamen senin için çünkü doğum günü hediyesi olarak bir şey alamayacağımdan * gerçi alacağım* böyle bir güzellik yapayım diye düşündüm. Beğenmeni umut ediyorum ama beğenmezsen de söyle çünkü söylemezsen buluşunca saçını yolarım senin ve bu kadar notu çok uzatıp bölümden uzun bir not yazmak istemiyorum (yazdı)
Ha unutmadan hatalarım için affınıza sığınıyorum. Hikaye içerisinde gönderme yapılan sanatçılar severek dinlediğim/izlediğim sanatçılardır.
Amerika'nın en ünlü bölgelerinden biri olan New York'ta, iki annenizle yaşıyorsanız, hayat gerçekten zordu. Hayatım boyunca; insanların kem gözlerle bana bakmasını çekmiştim, çekiyordum. İlkokuldayken; lezbiyen bir çiftin çocuğu olmanın, ebeveynleri tarafından kötü karşılandığını bilmeyecek kadar saf oldukları için sorun yaşamamıştım. En azından beraber hamur yapabileceğim arkadaşlarım vardı. Orta okula geçtiğimde; elbette bende bir takım farklı şeyler olduğunu anlamışlardı. İki anneye sahip olmak gibi şeyler. Annemler her sabah yürüyüş yaptıklarından, üçümüz yürüyerek okuluma giderdik ve onların gözünde iğrenç ebeveynlere sahip olmama ihtimalim, bir gün ateşli bir şekilde öpüşmeleri ile son bulmuştu.
Onları, dünya üzerindeki hiçbir varlığı sevmediğim kadar seviyordum ama bazı zamanlarda, diğer herkes gibi bir baba istediğim zamanlar olmuştu. Farklı olmayı kötü bir eylem zannettiğim vakitlerde en azından. Yaşadığım toplumda, iki annenizin olması hırsızlık yapmakla eş değerdi ve bana sorarsanız bir katil, tecavüzcü ve ya hırsız olmanız bir şey değiştirmezdi. Her türlü bir şey çalıyordunuz fakat ben annemlerin ne çaldığından emin olamıyordum.
Kime göre farklı olmaları kötü bir insan yapardı onları? Yürümeyi daha ilk öğrendiğim zamanlar da, evimizin dış duvarlarına hakaret içeren yazılar yazıyorlardı ve ne kadar küçük olursam olayım, melekleri görüyor olsam dahi annemlerin gözünden akan her bir damla yaşla beraber herkesi öldürmek istediğimi hatırlıyorum.
Bu ne kadar küçük olduğunuzla ilgili değildi. Bu karşınızdaki kişiye verdiğiniz değerin boyutuyla da ilgili değildi. Tanrının size bahşettiği vicdan ve aklı nasıl kullandığınızla ilgiliydi. Birilerinden nefret etmek isterseniz ederdiniz, sizi kimse durduramazdı ancak neden nefret ediyorsun dediklerinde, mantıklı bir sebebinizin olması gerektiğini düşünürüm her zaman.
Elbette bir öğrenci olduğum süre de, okul hayatım boyunca, çoğu kişiden nefret eden biri olarak, bunu söylemem trajikomik geliyor olabilirdi ama öyle değildi. Kimseye cehenneme gitmesi gerektiğini söylemedim, kimsenin özel mülküne zarar verecek her hangi bir hareket de bulunmadım hatta kimse ile iletişim haline girmedim ben.
Annemlerden nefret eden sevgili Lexington caddesi halkı tüm bunları yapıyordu. Büyüdüğüm süre boyunca devam etti. Buradan neden taşınmadığımızı bilmiyordum, dayım dışında kimsemiz yoktu. Yetişkin olduğumda anneme sorduğum zaman birkaç götü boklu için kendi kültürlerinden vazgeçmek istemediklerini söylemişlerdi.
Bundan etkilendiğimi söylemeden edemeyeceğim.
Aşka inanmıyorum zırvalıklarını bile yapamıyordum, onları görünce. Romantik kitap ve filmlerden nefret edemeyeceğim anlamına gelmezdi tabi tüm bunlar. O tür eserler resmen nefret kazanmak için yapılan türden olmalı. Milena ile aynı yolda yürüdüğü için mutlu olan Kafka'nın mutluluğu benim desteklediğim takımın büyük bir maçı kazandığı zaman ki mutluluğumla kapışırdı ve hatta dürüst olmak gerekirse ben kazanırdım.
Hayatından şikâyet edip duran aptallardan asla olmamıştım, her zaman bir yerlerde benden daha kötü bir hayatı olan bir insanın yaşadığını bilirdim. Akşamleyin ailemle oturup haberlere bakarken insanların cinayete kurban gittiklerini izlediğimde ya da birisinin trafik kazası sonucunda sakat kaldığını öğrendiğimde bir şeyler hakkında şikâyet etmenin bencilce olacağını düşünüyordum.