O gece rüyamda Han ile dans ettiğimizi görmüştüm. Kollarını hafifçe belime doluyor, göğüslerimizi birleştirmesinin ardından göz teması kuruyordu. Ona daha da yaklaşıyordum; müziğin ritmi her değiştiğinde olduğumuz yerde salınıyorken aramızda mesafeyi azaltıyor, azaltıyor ve azaltmaya devam ediyorduk.
Dans edebilirsin. Dans ettiğin her erkeğin gözlerinin içine bakarken.
Sol bacağımı ağırca kaldırıp beline doluyorum, ellerim ensesine doğru dökülen saçlarda bir yol çiziyor. Tırnaklarımı çekinmeksizin saç derisinde dolaştırıyor, yüzünün her zerresini inceleyerek kutsuyorum orada benliğimi. Sağ kolunu belimden çekip elini bacağıma doğru indiriyor, düşmeme engel olmak için böyle yaptığını biliyorum ama ellerini bacaklarımda hissetmek tatmin olmama neden oluyor. Ruhum tamamlanmış gibi hissediyorum ve böyle hissettiğim için suçluluk hissetmiyorum.
Uzun zamandır aradığın bir eşyanı bulmak gibi hissettiriyor.
Seni sıkıca sarmasına izin ver.
Bacağımı belinden indirip kollarımı boynuna sarmaya devam ediyorum ve bundan faydalanarak alınlarımızı birbirine yaslamak konusunda bir an olsun gecikmiyorum. Burunlarımız birbirine değiyor, yaptığım cüretkâr hareketlerin karşısında dudaklarının sadece yukarı doğru kıvrılıyor oluşu yüreğimde ansızın bir yangın çıkarıyor. Dudaklarına dudaklarımı değdirmek istesem de kendimi tutuyorum, ilk adımı atan olmak istemediğimi içten içe farkındayım. Sadece beni sıkıca sarmalamasını istiyorum aslında ve o da bunu yapıyor; belime doladığı kollarını daha da sıkılaştırıyor. Bizi tek bir beden yapmaya çalışıyor gibi bir havası var.
Gülümseyebilirsin. Gülümsediğin her erkek tutacaktır elini. Ay ışığı altında.
Gülümsüyorum. Ay ışığı altında ikimizden başka kimsenin olmadığı bir yerde, müzik bile çalmıyorken bedenlerimizi özgürce hareket ettirmemiz karşısında gülüyorum. Gülüşüm hızlıca genişliyor, saniyeler sonra genizden gelen bir kahkahaya dönüşüyor. Benim aksime o tepkisiz bir şekilde kasılan yanaklarıma bakıp belirginleşen elmacık kemiklerime buseler kondurmaya devam ediyor. Sanki öpmeyi bir an bile bırakmayacakmış gibi bir havaya sahip.
Gül ve şarkı söyle ama kalbini başkasına kaptırma.
Arkada çalmayan şarkıya aldırış etmeden kafamızın içinde kendi şarkımızı besteliyoruz. Orada öylece salınırken, boynumdan aşağı doğru süzülen şalı tutmaya başlıyor ve bu hareketi bedenlerimiz arasındaki boşluğu arttırıyor. Bedenlerimizin uzaklaşmasıyla beraber bir boşluktaymış gibi hissediyorum ama çok vakit almıyor, şalımı bileklerine doğru dolayıp bedenlerimizi daha da yaklaştırdığında dudağımın hemen kenarına değdiriyor dudaklarını.
Bebeğim seni ne kadar sevdiğimi bilmiyor musun? Dokunduğumda bunu hissedemez misin?
Gözlerimi kapatıyorum. Kirpiklerim gözaltı torbalarıma doğru düşerken, dudakları hafifçe göz kapaklarıma değiyor, minik bir buse konduruyor. Öylesine minik ki tıpkı bir kelebeğin vücuduma konduğu zamanları hatırlatıyor bana. Dudaklarımı ısırıp sertçe yutkunuyorum. Göz kapaklarımdaki dudaklarını ağırca kaldırmaya yeltenmeden burnuma doğru götürüp siyah noktalarımda dolandırmaya devam ediyor. Dudakları yüzümü ele geçirmiş durumda ama bundan rahatsız değilim. Keşke diyorum kendi kendime. Keşke sadece yüzümde olmasa o dudakları. Dili ile ıslattığı dudaklarını yüzümde hissetmek benim için büyük bir onur. Kalbimi yıllar sonra ilk kez hissediyorum. Düşünüyorum; yumruğum kadar olan bir organ bu kadar büyük bir etki bırakabilir mi koca bir bedende?
Seni asla bırakmayacağım.
Uyandığımda alnımdaki ter damlalarını kolumun arkası ile silmiş olmama karşın kalkmaya zahmet bile etmemiştim. Yattığım yerden tavanı izlemekten memnundum, hem kalkarsam yürüyecek gücüm de yoktu. Bir rüyadan uyanmış gibi değil de külkedisi gibi hissediyordum.