Eşyaları almak için eve gittiğimiz zaman, Eunji de Rachel da bir an bile gecikmeden iki yanımdan kollarını belime dolayıp sulu öpücüklerini yanağıma bahşetmişlerdi. Bu öpücüklerin sevinçten olduğunu biliyordum. Onlara göre evin dışında bir yerlere gidecek olmam başlı başına bir mutluluk sebebiydi zaten ama birde gideceğim yer Han'ın evi olduğundan haddinden fazla mutlu olmuşlardı. Tabiri caizse bir taşta iki kuş vurmuş gibi bir halleri vardı. Özellikle uzun zamandır evden çıkmadığım göz önüne alınırsa onları rahatlıkla anlayabiliyordum ama yine de en azından bu kadar belli etmeselerdi diye düşünmeden de edemiyordum.
Beni görmek istemeyeceklerini biliyordum, hatta onlardan ayrıldığım için mutlulardı. Ne diyebilirdim ki benimle vakit geçirmekten fazla zevk almazlardı. İlgi alanlarımız farklıydı. Ben büyüdükçe birbirimizden kopmuştuk ve bunu durdurmaya çalışmak gibi bir amacımız yoktu. Akışına bırakmıştık. Düşünürsek daha kötü olacağını hepimiz farkındaydık ve dertlerimizi paylaşabileceğimiz sürece fazla vakit geçirip geçirmemek önem arz etmiyordu.
Rachel tüm eşyalarımı bana izin vermeden kısa sürede toplamıştı. Kirli kıyafetlerimi bile bir poşete doldurmuş, yeni evinde yıkarsın diyerek elime vermesinin sonucunda Han ile göz göze gelip gülmüştük ama içinden 'ne yani çamaşır makinem ile yıkadığım ilk çamaşırlar senin kokuşmuş çamaşırların mı olacaktı?' diye düşündüğünü rahatlıkla anlayabiliyordum. Mimikleri fazla belli ediyordu kendisini.
Eunji, Han'ı bir kenara çekerek bir şeyler söylemişti. Dinlemeye çalışmadığımı söylersem yalan olurdu ama Rachel bedenimi başka bir odaya çekerek, Eunjiler'den uzaklaşmamı sağlamıştı. Bende yol boyunca Han'ı sorguya almaya karar vermiştim; Annemin ne dediğini öğrenemezsem merakımdan ölürdüm. Meraktan ölmek tercih ettiğim bir ölüm biçimi değildi, belki gülmekten ölebilirdim. Mümkünse eğer gülmekten ölmek istiyordum hatta çünkü güzelken ölmeyi herkes hak ederdi. Han'ın dediğine göre ben gülerken güzeldim.
Bunu bana söylememişti elbet ama Rachel'a söylediği sırada işitmiştim. Geçen senelerde doğum günüm için özel bir parti hazırlama süreci boyunca, Han beni güldürmeleri gerektiğini, gülersem çok güzel gözükeceğimi ama eğer gülmezsem çirkin bir su samuruna benzeyeceğimi söylemişti. İltifat ederken hakaret etmesi beni eğlendiriyordu.
Han ile Eunji'nin konuşması sonlandığında sarılmış, dünyanın öbür ucuna gidiyormuş gibi veda etmiştik birbirimize.
Şimdilerdeyse çöpten aldığı kanepede oturmuş; David Letterman izliyorduk. Kanepe ne kadar kaşınmamı sağlasa da Ikeadan aldığımız kanepeler halen daha gelmediğinden el mecbur oturmak zorunda kalmıştım. Üzerine evden getirdiğim pikemi serdiğim halde sürekli oynadığımdan Han belimden tutmuş bedenlerimizi birbirine yaslamıştı. Hareket etmemi engelliyor olsada hava zaten bu denli nemli iken bedenlerimizin yapışmış olmasından istemsizce rahatsız oluyordum.
Elimi uzatıp kalçasından ittirmeye çalıştığımda inadına bedenlerimizi daha da yakınlaştırıyor hatta arada bel oyuntumla oynuyordu. İnadına yaptığı bu davranışlar karşısında sessiz durmaya çalışıyordum çünkü arabada kısa bir tartışma yaşamıştık.
Aslında yapmamız gereken şey birbirimizden uzak durmaktı. O bara gidip balık avlayacak, bende odaya kapanıp kendi kendime karaoke yapacaktım. Canım şarkı söylemek çekiyordu ama sesim bir kargadan farksız olduğundan sadece yalnız kaldığımda söylerdim yahut sarhoş olduğumda.
Arabadayken annemle ne konuştuğunu sorduğum zaman burnuma her şeyi sokmamam gerektiğini, bilmem gerekseydi benim yanımda konuşabilecekleri konusunda bağırmıştı. Haklı olduğunu farkındaydım ama her insanda olduğu gibi benimde gururum vardı. Ufak bir çocuk değildim ki ben, insan gibi uyarsa illa ki anlar sessizce köşeme çekilirdim oysa iyi polis olmayı denemeden kötü polis oluvermişti.