Bölüm Onbir: Sen sevmeyi nerede öğrendin

2.1K 224 76
                                    

Gözlerimi açmakta zorlanıyordum. Kalçamın üzerinde bana ait olmadığına emin olduğum bir bacak, göğsüme doğru düşen sıska bir kolla beraber çift kişilik bir yatakta yatmak zordu. Bilincim yerindeydi; yanında yattığım kişinin dayım olduğunu farkındaydım en azından ama kalkmak istemiyordum. Bedenlerimiz arasında hiçbir mesafe yokken, o nefes almaya devam ettiği halde konuşmadığı sürece sorunum yoktu. Sırtım, ona dönüktü. Kalçamın üzerine doğru attığı bacağını bir anda kendine çekip cenin pozisyonu aldığında bedenlerimizi iyice yasladı birbirine.

Rahatsız edici değildi; çocukken kamp yapmaya gittiğimizde ya da her hangi bir olayda birçok kez beraber yatmıştık. İkimizde sıska olmamıza rağmen etrafta birileri olmadığı zaman, beni kolları arasına çeker her daim beni koruyacağını söylerdi. Ona inanır, güçsüz olduğunu düşünsemde kollarını vücuduma dolamasına izin verirdim. Ne yaparsa yapsın inanırdım ona ben. Melek kadar saf olduğuna inanıyordum çünkü annem melekti. Kollarını dahada sıkılaştırdığında saçımı kokluyormuş gibi hissetsemde sesimi çıkarmadım. Küçüklüğümüzden beri böyle bir alışkanlığı vardı; saçımı koklar, bu kadar kötü kokabilmek için hangi şampuanı kullandığım konusunda alay ederdi. Kötü kokmadığımı bilsem de annemlere yeni bir sabun istediğimi söylerdim.

''Uyandın mı?'' diye sordum. Cevap vermedi ama karnıma doladığı kollarını çekmişti. Bedenlerimiz artık eskisi kadar yakın değildi. Hatta bedenini hissetmiyordum. Bir süre sonra vücudumu diğer tarafa çevirip ne yaptığına baktığımda yatakta oturur pozisyonuna geldiğini gördüm. Saçlarını karıştırıyordu.

Bende yattığım yerden hızlıca kalktığımda ''Tuvalet benim!'' diye bağırdım. Gülüşü kulaklarımda yankılandı. '' Yüzümü mutfaktada yıkarım.'' diye söylendi hemen sonra. ''Mutfağa gitmişken kahvaltı hazırla." diye çığırdım, tuvalet kapısını hızlıca kapatmadan evvel.

İşimi hızlıca halledip yüzümü yıkadığımda havlu göremediğimden yüzümün ıslak olmasını umursamadan çıkmıştım. Han, üstünü değiştiriyordu. Sırtındaki tırnak izlerini gördüğümde kafamı iki yana sallayıp " Kahvaltıyı hazırladın mı?" Diye sordum.

Tişörtünü değiştirmesinin ardından, pijamasınıda değiştirmeden önce " Evet, masanın üzerinde." Dedi. Bir şey söylemeden mutfağa gittim. Acıkmıştım. Enerjim yoktu.

"Lu Han!" Diye çığırdım içeriye doğru. Sesimin tüm apartmanda hatta tüm sokakta yankılanması umurumda bile değildi. Masadaki tek şey aptal sulu makarnalı etli üzerinde adını bilmediğim otlar bulunan bir yemekti. Ne olduğuna dair tek bir fikrim olmasa da Amerika'ya özgü olmadığını tahmin edebiliyordum.

Az sonra Han gelip ne olduğunu sorduğunda, elimle masayı işaret ettim. " Benim kahvaltım o" diye söylendi.

"Artık bende varım. Bencil olma."
Cevap vermedi. Değiştirdiği üstüyle fazla süslü görünüyordu. Resmen ne yaparsan yap dermiş gibi çekmeceden aldığı kaşıkla masaya oturmuş, yemeği kaşıklamaya başlamıştı.

Karşısına oturdum. Evde kahvaltıya dair tek şey haejangguk* olduğundan öylece boş bir suratla karşımda rahatlıkla yemeğini yiyen adamı izliyordum. Misafiri yemek yiyemediği için azıcık bile gocunmadan, rahatlıkla yemeğini yiyordu. Saçlarından tuttuğum gibi vücudundaki tüm kıllarını yolmak istiyordum. Bikini bölgeside dahildi buna.

Yemek yiyemediğimden açtım. Aç olduğum için sinirliydim. Sinirli olduğum için önümdeki ilk insanı hedef tahtası niyetine kullanmak istiyordum. Bu da tabiki canım dayım; Lu Han'dı.

'' Neden lanet olasıca bir haejangguk var senin evinde?'' diye sordum. Ağzına koca bir lokma attı. ''Dünya üzerinde sarhoş olduktan sonra midemde tutabildiğim tek yemek bu çünkü.'' diye mırıldandı.

Adore You x HanHunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin