Bölüm Yirmibir: Öyle bir eğildi ki kalbim aşkının huzurunda

2.2K 249 83
                                    

Derler ki; iki insanın birbirine aşık olması için bir yerlerde bir kuş sürüsünün kanatları koparmış. Sarılmak işte bu yüzden uçmaya benzermiş.

Düşünüldüğünde buradaki kuş aslında bizdik bana sorarsanız. Aşık olduğunuzda vücudunuzdaki hücreler yenilenmiş gibi hissederdiniz. Sanki tüm bedenininiz yenilenmiş gibi, aşık olduğunuz insan için değiştiğinizi fark etmezdiniz bile. Sırf onu mutlu etmek için değişen kişiliğiniz kuş tüyünü temsil ediyor. Bir an bile farkında olmuyorsunuz, sanki bedeniniz uyanık ama ruhunuz sonsuz bir uykuya girmiş, tüm hayatınızı o insana odaklıyorsunuz ve sadece sarıldığında değil size dokunduğunda bile uçuyor gibi hissedersiniz.

Aşık olmuştum. Uyuyamadığımda özlüyordum. Bitki çayımdan hemen sonra kanepede yanımda otururken, hiç fark etmezdi. Özlüyor, özlüyor ve özlüyordum. Sanki damarımın içinde girmişti ve çıkartamıyordum.

Her zaman içimde bir yerlerde ona bir hayranlığım olduğunu bugünlerde ancak kabul edebiliyordum. Kibirli biri bile değildim, bir şeyleri kabullenemeyecek kadar acizdim sadece. Korkağın tekiydim. Kendimi bildim bileli gözünün dışarıda olması beni korkutmuştu. Hem de çok korkutmuştu. Benim dışarıdaki insanlardan en ufak bir fikrim yoktu hatta bana öyle bir bakardı ki kendimi çöp gibi hissederdim, ama şimdilerde onun otuz yaşına girmesini beş ay benim yirmi altı olmama dokuz ay kalmışken diğerlerinden farklı olduğumu fark etmiştim.

Dışarıdaki insanlar basit bir seksin ardından giderdi. Onlar, basitti. Oysa Han, istemeden de olsa her zaman benim yanımda olmuştu. Bazı şeylerin zorla veya güzellikle olmasıyla ilgilenmiyordum. Bana değer veriyordu. Beni koruyordu. Ben gitmezdim, gidemezdim. Hislerimi fark edemeyecek kadar aciz olduğum gibi onu bırakamayacak kadar da acizdim.

Saat ikiyi on geçiyordu. Evde yalnızdım. Sabah erkenden işi olduğunu söyleyip çıkmıştı. Giderken, sarılmak istemiştim. Hani, kadınların kocalarını işe gönderirken yaptıkları sarılmadan. Basit bir hareketti fakat yapamamıştım. Sadece kanepede daha fazla yayılmış, televizyonun sesini yükseltmiştim.

Gözüm ağrıyana, çişim gelene dek bıkmadan televizyonun ekranına bakmıştım ama en sonunda midem guruldadığında oturduğum yerden kalkıp yemek hazırlamam gerektiğine karar kılmıştım. Kendime sandviç yaptığım sırada kapı çaldı. Ekmeği tezgahın üzerine bırakıp kapıyı açmaya gittim.

Han geri dönmüştü. Gideli çok olup olmadığını merak ettim o an.

'' Ne yapıyorsun?'' diye sordu. Mutfağa ilerlediğimde peşimden geldi. "Kendime yemek hazırlıyordum." Diye cevapladım sorusunu.

Elimdekileri tezgaha bıraktı.

"Haydi gidiyoruz." İtiraz etmeme izin vermeden bedenimi sürükledi. "Ceketini alda gel haydi."

Sözünü dinleyip ceketimi almaya gittim. Geri döndüğümde elinde piknik sepeti vardı.

"Pikniğe gideceksek bir şeyler hazırlayayım hemen." Diye mırıldandım. Gözlerini devirdi.

"Hazırladım ben her şeyi ama sen bir çıkamadın."

Söylenmeleriyle beraber elimizde piknik sepetiyle evden çıkmıştık, gideceğimiz yer fazla uzak olmadığından ve Han tasarruf yapmak istediğinden, araba yerine metroyu tercih etmiştik. O pazar-günü-pikniği halimizle toplu taşıma araçlarından birine binmek başlı başına hataydı.

İndiğimiz nokta, çoğunlukla çocuklu ailelerin hafta sonlarını renklendirmek için geleceği, ikisi arasına kolaylıkla hamak kurulabilecek kadar sık ağaçlarla dolu, temiz ve ağırbaşlı bir yerdi.

Adore You x HanHunHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin