Sorusunu duymazlıktan gelmemin ardından arkamdan yaklaşıp kollarını belime doladı. ''Senin ortan yok mu?'' diye sordum, elimi koluna götürüp belimden uzaklaşmasını sağlamaya çalışırken. Her şey bir yana yeterince sıcaktı birde onun vücudunun sıcaklığını alırsam buharlaşıp giderdim.Belimden uzaklaşıp yanımda yürümeye başladı, rafların arası dar olduğundan yan yana yürümek zor olsa da bunu umursamıyor gibi görünüyordu. Tıpkı diğer şeyleri umursamadığı gibi. Penisinden kan aksa umursar mıydı ondan bile emin değildim. Bense büyük market arabasıyla rafların arasından geçerken sakarlığıma yenik düşüp bir şeyleri düşürmekten korktuğumdan her şeye temkinli yaklaşıyordum.
''Ne konuda ortam yok mu?'' diye sordu. Adımlarımı hızlandırıp önüne geçsem bile adımlarımı bana yetişebileceği kadar yavaş ama ayaklarıma basamayacağı kadar da hızlı atıyordum ancak ayağıma basmakta bir an bile gecikmedi. Topuğumdaki baskıyı hissettiğimde omuzlarımın üzerinden baksam da kusuruna bakmamam konusunda her hangi bir şey söylemedi. Bende bu konuda kin beslemeye karar verdim. Bir kaç gündür iyi anlaşmamız, en ufak bir şeyden kin besleyemeyeceğim anlamına gelmezdi.
''Bir şey soruyorsun ama devamını getirmiyorsun. Neden?'' diye sordu. Oturma odası için biblo baktığımdan dikkatimi raflara yöneltmiştim. Charlie Chaplin'in bastonu ile olan Retro bir biblo gördüğümde elime alıp incelemeye başladım. '' Ayağıma basman dikkatimi dağıttı.'' kinayeli bir şekilde söylememle kolunu yeniden belime doladı. Bu sefer parmakları karnımda bir yol çizmişti, gıdıklayarak gülmemi sağlamaya çalışıyor olmalıydı ama gıdıklanmıyordum. Bu yüzden elini geri itip yüzümü ona doğru çevirdim.
'' Eskiden yanımda nefes alamadığını söylüyordun ama şimdi kollarını belime dolayabileceğin kadar samimiyiz?''
Gözlerini kapatıp, elini yanağıma doğru bastırdı. Yaptığı bu harekete her hangi bir anlam yüklemedim. Sadece elini yanağıma koymak istemişti. Onun hareketlerinde anlam aramak, Pauly Shore'un filmlerinde anlam aramak kadar anlamsızdı. Eli halen yanağımdayken gözlerini kapattı. Yine bir şey söylemedim. Kollarım iki yanımdan sarkarken öylece suratına baktım.
Birkaç saniye sonra uzaklaştı. '' Senden nefret etmediğimi biliyorsun değil mi?'' diye sordu. Yüzümü buruşturdum. '' On yaşımdayken bok böceği muamelesi yapıyordun bana.'' diye mırıldandım. Gülüşü mağazanın içerisinde yankılandı. Espri yapsam böyle gülmezdi. Ortamı germek istemiyordum ama canı istediğinde iyi davranıp canı istediğinde kötü davranamazdı. Arkamı yeniden ona dönüp mağazada ilerlemeye devam ettim. Bir şey söylemedi. Sessizce alışverişe devam ettik. Tahminimce yarım saat gibi bir süre sonra yanıma gelip omzuma dokundu.
''Efendim?'' diye sordum. Elini omzundan çekmeden '' Saat dokuz yönünde.'' diye fısıldadı. Dediği karşısında göz göze olduğumuzu umursamadan devirdim gözlerimi. Nasıl birini gösterdiğini merak ettiğimden belli edip etmeyeceğimi umursamadan hızlıca kafamı çevirdim.
Ev eşyaları satan bir mağazada yatağa atabileceği birini bulamayacağını düşünmek aptallıktı. Adamın saçları platin sarısıydı, yüzünün sadece yarısını görebilsem de yakışıklı olduğunu düşündüm. Burnu da güzeldi. Özenerek yaratılan tiplerdendi kısacası.
''Bu resmen faşizm.'' diye mırıldandım kendi kendime ancak yanımda durup ağzımın içine bakan Han söylediğimi üstüne alınmış ''Ne saçmalıyorsun?'' diye sormuştu. Kafamı iki yana sallayıp adamı süzmeye devam ederken ''Güzellik. Dünyanın en adaletsiz dağılan şeyi değil mi sence de?'' diye sordum. Derin bir nefes almasının ardından ''Daha sonra bunu tartışabiliriz ama şu adam konusunda bana yardım et.'' dedi.
'' Ne yapmamı istiyorsun?'' diye sordum. Market arabası bizden biraz uzaktı. Kolumu uzatıp arabayı yanımıza çekerken '' Eski numaraları kullan.'' diye mırıldandı. Başımı sallayıp arabayı tutmasını söyledikten sonra adamın yanına gittim.