'' Senden nefret ediyorum!'' diye bağırdım. Karşımda, belinden her an düşecekmiş gibi duran; fermuarını çekmeyi unuttuğu kumaş pantolonu ile benden özür dilediğini gördüğümde beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ondan çok büyük beklentilerim yoktu. Yaşam biçimine karışmıyordum, kiminle ne yapmak isterse yapabilirdi ki karışabilecek bir konumda da değildim. Onun hayatında söz hakkım yoktu. Sadece aynı evde yaşamanın zorluklarını güzelce aştığımız için güzel bir akşam yemeğini hak ettiğimizi düşünmüştüm.
Bunca sene birbiriyle vakit geçirmekten hoşlanmayan iki kişinin, keyifli zamanlar geçirebileceğini kanıtlamıştık ama her şeyi altüst etmişti. Gerçekten iş yerinde kalıp yoğunluğu nedeniyle gelemese hiç sorun etmez, yemekleri alıp ben giderdim yanına. Oysa işten erken çıkmış, bir bara gidip sürtmüştü. Saatlerce beklemiştim, aramıştım, mesaj atmıştım. Ne geri dönmüştü, ne de eve gelmişti. Mutfağı öylece bırakıp odama kapatmıştım bende kendimi.
Eve geldiğinde saat on biri geçiyordu. Telefonumda vakit öldürmeye çalışıyordum; savaş oyunu indirmiştim. Keskin nişancı gibi bir şeydim ve öldürdüğüm her insanda Han'ı ve etrafındakileri öldürdüğümü hayal ettim. Önce kapıyı tıklatmış, ardından zile basmıştı. Kalkmamıştım. Yorganıma sarılıp insanları öldürmeye devam etmek iyi hissettiriyordu.
Kısa süre sonra anahtar çevirme sesi sessiz evde yankılandı. Kapıyı sertçe çarparak kapatmasından sonra ''Sehun-ah!'' diye seslendi. Duymazlıktan geldim. Topuklarına sertçe basarak geldiğinden adım seslerini duyuyordum. Kulağımda oradaydı gerçi. İstemesem duymazdım. Odanın kapısını açtığı gibi kafasını uzatmıştı, bedeni dışarıdaydı.
''Ben geldim.''
Cevap vermedim. Görüyordum geldiğini, kör değildim ya. Cevap vermediğimde derin bir nefes alıp odanın kapısını kapatmıştı. Oyuna odaklanmaya çalışsam da dakikalar sonra odanın kapısını yeniden açtı. Bu sefer tüm bedenini sokmuştu odaya.
Gözlerimi bedeninde dolandırdım. Gömleğinin yarısı dışarda, boynunda kırmızılıklar, pantolonun düğmesi kapalı olsa da fermuarı açık bir şekilde karşımdaydı. Kafamı yastığa daha da bastırdım. ''Yemek hazırlamışsın.'' diye mırıldandı.
''Bir önemi yok. Eğlendin mi?'' diye sordum. Ayakucuma oturdu. Oturur pozisyona gelmeyi düşünsem de yatmaya devam ettim. Telefonumu yastığımın yanına bırakmıştım.'' Her zaman ki gibiydi işte. Masada neden mum var?'' parmakları, ayağımda geziyordu. Giydiğim bol eşofmanın altından sokmuştu ellerini ve bileklerimde parmaklarını hissetmek kötüydü. Bir kaç saat önce başkasının bedenine dokunduğu parmaklarıyla dokunmasını istemiyordum. Bu yüzden yattığım yerde toparlandım.
Bana dokunmasını engellemek için toplandığımı anlamış gibiydi. Yutkundu. Gözlerini kırpıştırdı ve saçlarını geriye doğru taradı. ''Sabahta söylediğim gibi. Bir aydır kimsenin yaralanmamasını kutlayacaktık.'' diye söylendim. Bağdaş kurmuştum. Yastığım kucağımdaydı. Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Yanaklarını şişirip odaya bir nefes koy verdi. Nefesi içki kokuyordu. Rahatsız olsam da o konuda sesimi çıkarmadım. Camı açarsak giderdi koku.
'' Bara gitmek ister misin?'' diye sordu. Yatağımın yanındaki su şişesini kafasına fırlatmamak için kendimi zor tuttum. ''Hayır, sadece kendi evime geri dönmeye karar verdim. Haberin olsun.'' Söylediğimde oturduğu yerden kalkıp kollarını önünde sallamaya başlarken '' Ne diyorsun be?'' diye bağırdı. Sesini yükselttiğinden gözlerimi devirdim. '' Kendi evime döneceğimi söylüyorum.'' diye mırıldandım. '' Hiç bir sorunumuz yok. Neden gidiyorsun?'' diye sordu. Kaşlarını çatmıştı. Dudakları aralıktı.
'' Sadece senden nefret ettiğimi hatırladım.'' dedim. Çatık kaşları mümkünmüş gibi daha çatıldı. Aralık dudakları düz bir çizgi halini aldı. Durduğu yerde vücudunun kasıldığına şahit olsam da umursamadım. ''Nefret etme olayı nereden çıktı yine?'' diye sordu. Oturduğum yerde sırtımı yatak başlığına dayadım. İkimizin de yükseleceğini biliyordum ve onun benden daha üstte durması rahatsız edici olsa da görmezden geldim. Otururken rahat hissediyordum.