Odadan çıkıp mutfağa gittik. İçeri girmemizle birlikte gözleri özenle hazırladığım masada gezindi. Nedensiz bir gerginlikle, sessizce tepkisini ölçmeye ve her bir kıpırtısını anlamlandırmaya çalıştım. Bakışları dolandı ve dolandı, sonunda kısa adımlar atarak masaya yaklaştı. İşaret parmağını sert yüzeye bastırıp bir süre gezdirdi, yüzünün önüne getirmesiyle onaylamayan bir şekilde homurdandı. Kaşlarımı çattım.
"Ne var?" dedim huzursuca.
İşaret parmağını pantolonuna silerken, bana döndü. "Keşke," diye mırıldandı, ses tonuna yansımış olan herhangi bir duygu yoktu. İfadesizlikten çok kayıtsızlık kaplamıştı suratını. "Bu yemek hazırlıklarının yanı sıra, temizliğe de önem verseydin. Etrafı bok götürüyor."
Ikeadan aldığımız biblolardan birisini elime alıp kafasına fırlatırken hiçbir şey düşünemiyordum. Beni sinir ediyordu. Yaptığım her şeyle alay etmesinden bıkmıştım. Emeklerim bir yana onu beklerken ne kadar kötü olduğumu bir türlü anlayamaması daha da sinirlenmeme sebep oluyordu.
Keyfime çıldırmamıştım ki ben. Açıkçası bibloyu fırlatırken kafasına denk getirebileceğimi düşünmemiştim çünkü oyunlarda bile hedefi tutturamazdım. Şimdi o sağ başparmağını kaşına bastırırken yanağına doğru süzülen kanı gördüğüm gibi yerime sabitlenmiştim. Nefesimi tutmuş ona bakarken yerde dolandırdığı bakışlarını kaldırıp bana bakmasını istemeye başlamıştım nitekim içinden ona kadar sayıp sakinleşmeye çalışıyorsa işe yaramayacak, beni kendisi evden kovacaktı.
Hala ayakta olduğuna göre ölmeyeceğini sezdiğimde rahat bir nefes aldım. Bayılmadığına göre ciddi bir durum değildi hem kim ölmüştü kafasına küçük bir biblo parçasının gelmesiyle. Alt tarafı kaşında bir yara bırakacaktım; onun bende bıraktığı yaralarla boy bile ölçüşemezdim ve aslında ona iyilik yapmıştım.
Erkek tavlarken söyleyebileceği bir yalan çıkmıştı ortaya; çatışmada yararlandığını özel bir ajan olduğunu söyleyebilirdi. Boynuna doğru akan kandamlasına kayan bakışlarımı kaçırıp, yanına gittiğimde kaşını tutan elini elimin arasına alıp yarasına baktım.
''Neden yaptın bunu?'' diye sordu. Sol işaret parmağımı yaraya bastırmaya başlamıştım, çok ciddi bir şey var gibi görünmüyordu. Dikiş atmalık bir durum yoktu en azından. Oksijenli su ile temizledikten sonra yara bandı yapıştırıvermem yeterde artardı. ''Kötünün canı gerçekten yanmıyor mu onu denemek istedim.'' diye mırıldandım, belinden tutup koltuğa oturmasını sağlarken.
Kafayı yemiş olmalıydık. Hem severim, hem döverim misaliydi hayatımız. Yaralıyorduk, parçalıyorduk ama elinde sonunda birbirimize yardım ediyorduk. '' Canımı yaktın.'' dediğinde, sehpanın üzerindeki örtüyü eline tutuşturduğum gibi kaşına bastırmasını sağlamıştım.
'' Ödeştik, sende benim canımı yakmıştın.'' diye söylendiğimde '' Biz çoktan ödeşmiştik, hatta sen bir sayı öndesin.'' deyip yüzünü buruşturdu. Acil durum çantasını almak için yerimden kalktığımda '' Ben seni ilk kez yaraladım.'' dedim.
Oturduğu yerde biraz daha yayılıp, ayaklarını sehpanın üzerine uzattı. '' Fiziksel yaralamadan bahsettiğimizi farkında değildim.'' diye mırıldandığında, gözlerimi devirdim.
'' Rahatladın mı?'' diye sordu, sessizliğim karşısında. Banyo dolabında bulduğum acil durum çantasını sehpanın üzerine bıraktım. '' Ne konuda?'' diye sordum, oksijenli suyun kapağını açıp ufak bir pamuk parçasına damlatmadan hemen önce. ''Bana olan tüm sinirin geçti mi?'' pamuğu kaşına bastırdığım vakitlerde sorduğunda '' Evet.'' diyerek onayladım.