Eve gider gitmez uyumak isteyen Cem'in kapüşonundan tuttuğum gibi koltuğa oturttum. Etraf karanlıktı çünkü elektrik faturasını ödemeyi unutmuşum. Kendimi bu konuda tebrik ediyorum gerçekten. Zaten zar zor geçiniyoruz bir de açma kapama ücreti ödeyeceğiz.
"Yüce Azo, Allah rızası için uyku lan!"
Gözlerimi devirdim. Bu çocuğun uyku düşkünlüğü beni deli ediyordu.
"Ya Cem sen zaten durmadan uyuyup yeterince melatonin (uyku hormonu) depolamıyor musun?"
Oflayıp kafasını koltukta geriye attı.
"Uyku uykuyu getirir fıstık, uyku uykuyu."
Saçmalamaya başladığına göre ondan bana hayır yoktu bu gece. Yenilgiye uğradığım için düşen yüzümle Cem'in kolundan tuttum.
"Kalk tamam, odana götüreyim seni."
Bir şeyler mırıldandı ama anlamadım. Aslına bakarsanız uyku sarhoşluğu denen bir olayımız vardı ve öyle olduğunda en aptalca soruları bana yöneltiyordu. Koca bedenini yüklendiğimde ona bir diyet listesiyle hayatı zindan etmeyi düşünmedim değil.
Tam yatağına yatırdığım sırada ismimi mırıldandı.
"Buradayım."
Ayakkabılarını çıkardım. Zaten eşofmanlı olduğu için üzerine pikeyi örtüp çıkacakken kolumu tuttu.
"Azo, uyuyalım. Beraber."
Şimdi şöyle düşünecek olursak bu normal bir tepkiydi çünkü o benim en iyi arkadaşım. Fakat bir sevgilim var ve öğrenirse kıyamet kopabilir. Tabi kendisi şuan adı lazım olmayan kaşarla uyuyor da olabilir. Hani güya ölecek ya, benimki de vicdanlı. Almıştır koynuna. Sinirle pikeyi kaldırdım.
"Kay kenara eşek sıpası."
Yatağa girdiğimde belime sarılan koluyla beni kendine çekti. Tam o sırada 'Acaba bana aşık mı?' diye düşünmedim değil. Adamın işi gücü yok beynime aptal saptal fikirler sokuyor. Kapat gözlerini Azra, biraz daha düşünürsen buzlukta uyumak zorunda kalabilirsin. Zira delireceksin.
✨
"Azra, fıstığım.."
Bu ağaç neden bana fıstığım diyor be? Benim ormanda ne işim var? Şu ilerideki şelale mi? Aa kır çiçeklerine bak.. Barbie'nin sihirli perileri de buradaymış!
"Hoop! Uyan artık!"
Yastığımın çekilmesiyle gözlerimi pörtleterek açtım.
"Ulan kardeş düşmanı pislik! Hem gece beraber yatalım diye tuttur hem de sabah rahat verme. Hayır anlamıyorum nedir benim bu erkeklerden çektiğim! Biri kaşarın tekiyle aynı evde kalır diğer zaten normal değil çok şükür! Düşünmekten kafa bırakmadınız bak çenem açıldı yine. Bunlar hep senin suçun Cem! Kaçma öldüreceğim seni! Güne nasıl başladım hey Ya Rabbim ya!"
Motorum soğumadan ağzıma gelen her cümleyi sıralarken Cem lüzumsuzu hızla odadan kaçmış ve kapıyı da çekmişti. Bugün aşırı huysuzdum ve gerçekten hiç konuşmadığım kadar konuştum. Dağılmış saçlarıma parmaklarımı geçirip birkaç çığlık eşliğinde çektim. Vallahi kafayı yiyeceğim ya!
Kendime gelmem harika kahvaltı masasını gördüğümde oldu. Hatta düşünün, Cem'den özür bile diledim.
"Göbüşüm çıktı baak."
Şişirdiğim göbeğime bir şaplak attım. Bu hareketim Cem'i gülümsetti.
"Afiyet olsun fıstık. Dün konuşma fırsatı bulamadık, dökül."
"Ceren aslında ölmüyor."
Öksürmeye başladığında sakince şoku atlatmasını bekledim.
"Ne-ne demek ölmüyor?"
"Klasik komplo teorisi Cemo. Asıl sorun onu nasıl açığa çıkaracağımız. Ve burada devreye sen giriyorsun."
Bir hayret nidasından sonra düşünmeye başladı. O düşünürken sağ elinin parmaklarını sol koluna vurmayı severdi ve yine aynısını yapmaya başlamıştı. Aslında bende düşünmek isterdim, tabi müthiş bir arkadaşım olmasaydı.
"Buldum!"
"Höst! Bi sakin ya."
Yere düşen çatalı alıp sinsi sinsi sırıttım.
"Anlat bakalım yavru ceylan."
✨
Seke seke kütüphaneden içeri girdiğimde Melih amcanın gülen yüzüyla karşılaştım.
"Hayırdır deli kız? Enerjini girmeden hissettim."
Usulca eğilip göbüşünden öptüğümde huysuz huysuz kafama vurdu.
"Meloş'um, hava bugün çok güzel be! Ayrıca,"
Bir sır verirmişçesine kulağına eğildim.
"Harika bir kahvaltı yaptım. Keyfim yerinde anlayacağın."
Öndeki altın dişlerini göstererek güldüğünde aklımdaki tilkilerden habersizdi.
"Aras Bey oğlum da seni arıyordu biraz önce. Bi' uğra yanına."
Kafamı sallayıp kendi bölümüme geçtim ve çapraz çantamı çıkarıp bir kenara bıraktım. Sabah Aras aramıştı ama açmamıştım. Bende kıskançlık hastalık derecesinde bu yüzden hareketlerimi kontrol etmem çok zor oluyor. Bilgisayarın düğmesine bastığımda karşıdan gelen Ertunç'u çoktan fark etmiştim. Benim neden hiç kız arkadaşım yok? Çünkü hepsi sinsi. Bende sinsiyim. Ve hepsi kıskanç. Ama ben değilim. Erkekler öyle mi ya? Mesela bir ruj alsam Ertunç gidip de aynısından almaz yani.
"Günaydınlar Azra Hanım."
Uzattığı eli sıktım.
"Günaydın Ertunç Bey. Bu ziyareti neye borçluyuz?"
Ellerimizi çektik ve adamın gözlerine yansıyan gülümsemesinin güzel olduğunu düşündüm. Dişleri de güzeldi aslında. Bundan bilmem kaç yıl önce bir öğretmenim "Dişleri güzel olanlara dikkat edin, onlar büyük ihtimalle zengindir." demişti. Gerçi bu adamın zengin olduğunı anlamak için üzerindeki takım elbiseye bakmak yetiyordu. Ee tabi bir de son model arabasına.
"Kitabımı bitirdim ve tavsiyenizle yeni bir maceraya yelken açmak istiyorum."
"Ah, bu cümleler beni nasıl mesut etti bilemezsiniz!"
Gerçekten de öyleydi. Adamı kitap okumaya alıştırdım yahu, daha ne olsun?
Elindeki kitabı alıp çıkışını yaparken o rafların arasında kaybolmuştu. Daha sonra kitabı yerine koymak için bende raflara ilerledim ve psikoloji kitaplarının olduğu bölümde Aras'la karşılaştım. Kitabı üstteki rafa bir altmışlık boyumla yerleştirmeye çalışırken boynumda nefesini hissettim ve o an güzelim kitap elimden kayıp düştü.
"Telefonuna neden bakmadın?"
Gözlerimi devirdim. Ay vallahi şu benden bağımsız olan düşüncelerim beni delirtecek. Bu adam iyi dayanıyor bana.
Yüzümü ona döndüm.
"Cem'leydim, duymamışım."
Kasılan yüzüne bakıp şirin şirin gülümsedim. Sen misin dün gece canımı sıkan, keçilerimi kaçırtan!
"Sana uzak dur dedikçe..."
Tam o sırada Ertunç'un sesini duyunca irkilip Aras'tan uzaklaştım.
"Azra Hanım, sanırım hayatımın kitabını buldum."
Görüş alanımıza girdiğinde elinde Pinokyolar Ülkesinde Filler Kral Olur kitabı vardı.
"Yine mi bu lavuk?"
Aras'ı dürtüp Ertunç'a doğru ilerledim. Elindeki kitabı alıp gülümsedim.
"Harika! O zaman işlemleri yapalım. Tabi başka bir isteğiniz yoksa?"
"Aslında," dedi bana yaklaşarak.
"Bir kahve sözünüz vardı."
Oflamamak için kendimi zor tuttum. Sen sabır ver ya. Hayır arkamda sevgilim var, canına mı susadın be adam?
"Ertunç Bey, beni zor durumda bırakıyorsunuz."
Birkaç adım gerileyip Aras'a döndüm. Yüzünde hiçbir mimik yoktu ve 'ne yaparsan yap' tarzı bir havası vardı. Gözlerimi kıstım.
"Sevgiliniz sorun etmiyor baksanıza."
Pinpon topu gibi ondan ona gidip geliyorum. Benim özgür iradem var canım! Hem bana yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapamam.
"Sevgilimi sizden daha iyi tanıyorum ve bu durumdan hoşlanmadığı çok açık. Ama çok istiyorsanız o da bizimle gelebilir."
Aras kaşlarını kaldırdı. Benden bu tepkiyi beklemediği çok açıktı.
"Umarım bir gün fikriniz değişir."
Sanmıyorum. Evet yakışıklısın ve evet zenginsin. Ama benim minnak tatlış bir sevgilim var yahu!
Ertunç, Aras'ın rahatsız edici bakışları eşliğinde kütüphaneden çıktığında derin bir nefes verdim.
Aslında adamın niyetinin dostça sohbet etmek olduğundan şüphem yoktu fakat sevgilim olacak odun sadece bakışlarıyla bile bu durumdan hoşlanmadığını, onu bir an önce postalamazsam döveceğini söylüyordu. Bakışlarıyla tehdit eden nadir insanlardan birine denk geldiğim için şanslı mı hissetmeliyim?
"Aras yemeğe gidelim mi? Acıktım ben."
Kafasıyla onayladı. Çantamı alıp, Melih amcaya yarım saate geleceğimizi haber verdikten sonra beraber çıktık. Yürüyerek kütüphanenin karşısındaki kafeye gidiyorduk ve iki yabancı gibiydik. Bu durum bana zor olduğu kadar onun için de zordu. Ama Cem'in şu müthiş planıyla her şeyi açığa çıkaracaktık. Düşüncelerimden sıyrılmamı sağlayan şey Aras'ın parmaklarıma dolanan parmaklarıydı. Ona bakıp sırıttım.
"Hiç gülme öyle. Kızgınım sana."
Daha geniş güldüğümde o da dayanamayıp gülümsedi. Eşek sıpası ya! Gel ağzımı yüzümü elaleme ibret olsun diye ısır kanasın diyor resmen.
"Kızgın olmanı gerektirecek ne var ki?"
Sorum havada asılı kaldı. Çünkü kafeye girmiştik ve pencere kenarındaki masaya doğru yürüyorduk. Bugün kalabalık olmadığına şükrettim. Çünkü kalabalıkta gerçekten geriliyordum. Kibarlık yapıp sandalyemi çekmedi tabi. Garson geldiğinde de hamburger kola ikilisini tercih ettik. Peşine pasta da yeriz değil mi? Yemeliyiz. Buraya kadar gelmişken o muzlu pastadan yemeden dönmem.
"Dün haber bile vermeden gittin. Hem de onunla."
Onunla derken çenesi kasıldı. Sakin ol ama benim minik filim.
"Seni zor durumda bırakmak istemedim."
"Ben gereken açıklamayı yapmıştım!"
Kaşlarımı kaldırıp sandalyemde geriye yaslandım ve kollarımı göğsümde birleştirdim. Alttan alayım diyorum ama olmuyor yahu!
"Yaptığın açıklama umurumda değil. Orada olmak istemedim. Ceren hanım göğsünde, senin kokunu içine çekerken benim en yakın arkadaşımla eve dönmem suçsa, evet suçluyum."
Yüzü yumuşar gibi olsa da sert tavrından ödün vermedi. O sırada siparişlerimiz gelince bakışlarımı kolamın dibindeki buzlara diktim.
"Onu öptün."
İki kelime bilmem kaç harf. Zemheri soğuğuyla eşdeğer sesini duyunca gözlerimi kapatıp sakinleşmek adına üçe kadar saydım.
"Beni anlamamakta ısrar ediyorsun. Durmadan aynı açıklamayı yapmaktan sıkıldım."
Alt dudağını sinirle dişlerinin arasına geçirdi. Ortada çözemediğimiz bir sorun vardı ve ben çözmek için uğraştıkça o yerinde sayıyordu. Ayıptır be.
"Beni yıldırdın Azra. Cidden yıldım."
Bende aydım demek ve hunharca gülmek isterdim. Tabi karşımdaki adamın söylediği cümle bu kadar ağırıma gitmeseydi. Küfretse mesela daha az acıtırdı. Ne demek yıldırdın? "Seni yıldırmayacak insanlara git o zaman!"
Masadan kalktığım gibi kafeden çıktım. Şey, çıkmadan masaya bir yüzlük de bırakmış olabilirim. Bu fakir halimle neye, kime artistlik yapıyorsam artık. Gözlerim dolmadı. Çünkü kafamda binbir tane tilki dolaşırken ağlamakla vakit kaybedemezdim. Şu iş bir an önce olup bitmeliydi. Sinirle çantamdaki Tropfen Damla (Bir çeşit bayıltan ilaç. Sanırım şu Nuri Alço'nun kullandıklarından.) ilaç kutusunu buldum ve içindeki damlayı çıkarıp cebime koydum.
✨
"Ceren! Buradayım!"
Oturduğum taburede dikleştim ve karşımdaki kaşarusa el salladım. Beni görünce yüzüne sahte gülümsemesini takındı. Acaba yaptığı hareketlerin sahteliğini bir tek ben mi fark ediyordum?
"Aceleyle çağırdın, bir şey mi oldu?"
Dudaklarımı büzdüm. O da bu sırada yanımdaki tabureye yerleşti.
"Anlatacağım ama kıpkırmızı olmuşsun. Sana ne ısmarlayayım?"
"Viski. Ee çatlatmasana kızım!"
Sanki kırk yıllık arkadaşım mübarek.
Düşmanını çok iyi tanıman gerekir derler. Tabi bunu daha felsefik bir şekilde ifade ederler ama ben şuan gürültüden ne düşündüğümü bile anlamıyorum. Viski isteyeceğini elbette biliyordum. Ve bundan beş dakika önce siparişi vermiş, bardağa gizlice ilacı damlatmıştım ve barmene aynen şöyle buyurmuştum; "Sarı saçlı çirkin bir kız gelecek yanıma, bu bardağı ona ver."
Nedenini sorduğunda basit bir yalan daha uydurdum. Güya Ceren ve ben lezbiyendik ve ben ona evlenme teklifi edecektim. Bardağın dibine de yüzük atmıştım. Şey, sanırım o kadar da basit değil. Portakal suyumdan bir yudum alıp, barmenin özel olarak Ceren'e uzattığı viskiye baktım.
"Şimdi şöyle, nasıl desem bilemiyorum ki ya. Beni yargılamandan koruyorum.."
Kocaman bir yudum içti. Zaman kazanmak adına lafı hiç olmadık yerlere çekiyordum ve umarım başarılı olurum. Yoksa ölüm fermanımı falan imzalarım herhalde.
"Senden hoşlanmıyorum bebeğim ama yargılamam tamam."
Bir yudum daha içtiğinde sadistçe sırıttım. Baygın baygın baktığında içimden şükrettim.
"Ne diyosun yia"
Harfleri yutarak konuşmasının sonu da kafasının bardağın kenarına düşmesiyle oldu. Ve o an çığlığı bastım.
"Yardım edin! Arkadaşım bayıldı!"