Ertunç?

264 21 3
                                    

Yakıyordu.
Ona bu kadar yakın olup dokunamamak, görmezden gelmek bütün hücrelerimi yakıyordu. Gerçekleşmeyecek hayaller kurmayı sevmezdim, bu yüzden kendimi her şeyin kötüsüne hazırlamayı adet edinmiştim.
Bu kötü değil, çok kötüydü. Berbattı. Acı veriyordu.
Her sabah yeni bir umutla uyanıyordum; evet. Fakat pençesinden kurtulamadığım hüzün duygusal karmaşa yaratıyordu ve bu beni gerçekten yoruyordu.
O gece eve taksiyle gitmiştim. Aras ile aynı arabada olmak sınırlarımı gerçekten zorlardı. Cem'e gelirsek, çoktan eve gelmiş kahve içiyordu. Ne olduğunu sorduysa da konuşmak istemediğimi belirterek odama kapandım.
Şimdiyse kütüphanede, bir çocuğun getirdiği kitabı yerine koyuyordum.
"Azroş, bana Kırmızı Başlıklı Kız'ı verebilir misin? Yetişemiyorum da."
Düşüncelerimi tekrar zincirleyerek gülümsedim ve çocuğun saçlarını karıştırdım.
"İsmin ne senin?"
Diye sordum fısıldayarak. İnsanları rahatsız etmemek için ekstra çaba sarf ediyordum.
"Buğra."
"Memnun oldum Buğra. Al bakalım."
Kitabı elimden aldığında minik parmaklarını kapakta gezdirdi.
"Biliyor musun, bu benim en sevdiğim kitap."
"Öyle mi? İstersen kitap hakkında sohbet edebiliriz. Ama masama geçmemiz gerek."
Kafasıyla onaylayarak beni takip etti. Masanın arkasındaki iki sandalyeye yerleştik. Ona daha içmeye fırsat bulamadığım meyve suyumu uzattım.
"Ben en çok kötü karakterleri severim." Dediğinde ona şaşırarak baktım. Tahminen ikinci sınıfa giden bir çocuktu Buğra. Böyle düşünmesi onu merak etmemi sağladı.
"Neden öyle düşünüyorsun?"
Meyve suyundan kocaman bir yudum alıp dilini üst dudağında gezdirdi.
"Çünkü iyi olan daha sonra gelip kötü olanın her şeyini alıyor. Bu hiç hoş değil."
Kaşlarımı kaldırdım. Gerçekten öyleydi. Masum tavırlar her zaman işe yarıyor, iyi insan gibi gözükmeye sebep oluyordu. Halbuki herkesin içinde kötü bir tarafı ve bunun ortaya çıkmasını sağlayan haklı sebepler vardı.
"Sanırım öyle." Dedim düşüncelerimi dışa vurarak.
*
"Vişne suyu?"
Cem'in işi bugün uzamıştı. Bir parti yapılacaktı ve bu da ona ekstra kazanç sağlayacaktı. Bir mesajla gecikeceğini bildirsede onu tek bırakmak içime sinmedi.
"Müşteri olarak burada değilim Betüş. Cem'e yardıma geldim."
Dedim gülümseyerek. Betüş üzerindeki fıstık yeşili gömlek ve bordo eteğiyle rüküşlüğün sınırlarını cidden zorluyordu.
"Bebeğim, gerçekten seni yormak istemezdim," diye söylendi sandalyeyi çekip karşıma otururken.
"Ama İbrahim Hakkı evleniyor ve kuzeni olarak gitmem gerekiyor."
İbrahim Hakkı, Betüş'ün dayısının oğluydu. Kırk yaşında falan olmalıydı ama meslek aşkı yüzünden evliliği ertelemişti.
"Sorun değil. Ailenin yanında olmak istemen çok doğal."
Gözlerini kırpıştırdı. Daha sonra dudaklarını birbirine bastırdı ve ayağa kalktı.
"Yakışıklı müşterim geldi şekerim."
Bana öpücük attıktan sonra sallana sallana cam kenarındaki masaya doğru yürüdü. Kumral, kirli sakallı ve iri yapılı oldukça dikkat çeken adamın masanının önünde durduğunda elini takım elbisesinin üzerinden bile belli olan kaslı kola değdirdi. Daha fazla izlemek istemedim, zira Betüş ve daldan dala konan gönlü çok da hoşuma gitmiyordu.

Telefonumda cevapsız bir çağrı görünce kaşlarımı çatarak tanımadığım numaraya baktım. Daha sonra bakmanın bana bir faydası dokunmayacağını anladığımda numaranın üzerinden parmağımı kaydırdım ve kulağıma götürdüm.

"Çok şükür telefonuma cevap verebildiniz Azra Hanım."

Aras'ın erkeksi sesiyle midemde uçuşan kelebeklerden tepinen fillere terfi ettim. Beni neden aramış olabilirdi ki?

"Telefonum sessizdeydi Aras Bey, ıhım, dinliyorum?"

"Yarın öğlen kütüphanede olacağım. Bu yüzden bütün vergi evraklarını o zamana kadar hazır edin."

Hiçbir duygu barındırmayan sesine karşılık gözlerimi devirirken Cem'in gülümseyerek bana doğru yürüdüğünü fark ettim ve ben de ona gülümsedim.

"Peki Aras Bey, iyi akşamlar."

Tam telefonu kapatacakken tekrar sesini duydum.

"Gerçekten iyi geçeceğinden emin değilim."

Nedenini oldukça merak etsem de mırıldanarak söylediği için duymamı istemiyor olabilirdi bu yüzden bir şey sormayarak telefonu kapattım ve ayağa kalkıp Cem'in yanağını öptüm.

"Mükemmel arkadaşın yardıma geldi! Mutfak ne tarafta?"

*
Neredeyse üç saattir -ki artık gece yarısı olduğu halde- insanlarla dolu bir kafede tıkılı kalmıştım. Elimdeki tepside dört adet meyve suyu vardı. Zira Betüş içki içmekten çok hoşlansa da rezalet çıkmasına müsaade etmiyordu.
"Buyurun baylar."
Bekarlığa veda partisi falan olmalıydı. Yani, kafede tek kız olmam bunu gösteriyordu. Bir de Cem ve kıskançlığı vardı ki, şişen ayaklarımdan daha çok rahatsız ediyordu.
Bardakları masaya bırakıp tezgaha geri döndüm.
"Sana eve dön uyarımı bilmem kaçıncı kez tekrar ediyorum Azo."
Cümlenin sonuna doğru sertleşen sesi burnumu kırıştırmama neden oldu.
"Bu saatte tek başıma dönemem diye bilmem kaçıncı kez cevap veriyorum Cem."
Derin bir nefes verdi. Sabahtan beri, daha doğrusu erkekler kafeye doluştuğundan beri, bu konuşma tekrar ediyordu.
"Arabamı al diyorum."
Omuz silkip bedenimi tezgaha yasladım. Kadınlar için geveze diyorlar ya, külliyen yalan! Erkeklerin bizden daha çok gıybet yaptığı doğrudur bayanlar.
Cem, çalan telefonunu mutfaktan almak için gittiğinde sarışın bir çocuk kola istedi. Dişlerimi sıkarak gülümsedim ve kafamla onayladım. İşime şükretmem gerekiyordu.
"Başka bir isteğiniz?"
Sırıttı. Dişleri güzeldi aslında. Daha sonra telefonuyla uğraşırken konuşmaya başladı.
"Bir anket yapıyorum, rica etsem doldurabilir misin?"
Tek kaşımı kaldırdım. Ne anketiydi bu?
"Bir görmem gerek."
Kafasını kaldırdı ve kahverengi gözlerini gözlerime dikip elindeki telefonu işaret etti.
Hey, bu klişenin başıma geldiğine inanamıyorum! Kişi ekleme kısmını açmıştı ve, ah, Cem mi geliyor?
"Bir sorun mu var?"
Sarışının yanındaki piercingli çocuk lafa karıştı.
"Kız senin mi?"
"Arkadaşa saati sordum Cem."
Telefonun ekranını elimle kapatarak sarışına uzattım ve yapmacık teşekkürlerimden birini sundum. Gece gece bir kavgayı çekemezdim.
"Bıraksaydın da dertlerini öğrenseydim!"
Tezgahın önünde bekliyorduk ve Cem hem tıslıyor hem de çocuklara saçma sapan bakışlar atıyordu.
"Bu işkence yarım saat sonra bitecek. Eğer bir işin olmasını istiyorsan çeneni kapa."
*
Kahvaltı bile yapamayan, iş aşkıyla yanıp tutuşan-ki bu Aras aşkı da olabilir- Azra'ya merhaba diyelim gençler!
Aras belgeleri hazırlamamı söylemişti ve on üç dakika sonra burada olacaktı. "Hepsi bunlar değil mi Melih amca? Bir eksik falan olursa.."
Elindeki gazeteyi bırakıp gözlüklerinin ardından bana baktı.
"Bu cümleyi duymaktan kulaklarım çürüdü."
Tontiş yanaklarını sıkıp genişçe gülümsedim.
"O zaman ben evrakları masama taşıyorum."
Kafasıyla onaylayıp tekrar gazeteye döndü. Sabahtan beri köşe yazısı okuyor, hoşuna gidenleri not ediyordu. Kucağımdaki dosyalarla masama yürüdüm. Ya da yürümeye çalıştım çünkü çarptığım şeyle bütün dosyalar yere saçıldı!
"Sen.." dedim sesimi kısık tutmaya çalışarak. Zaten insanlar yeterince rahatsız olmuştu.
Yere eğilip konuşmama devam ettim.
"Hata benimdi, siz devam edin."
Çirkefleşmeyi çok isterdim, kütüphanedeki elit tavrımı riske atmak istemedim.
Kucağıma bir dosya bırakıldığında gözlerimi ilk defa bana çarpan kişiye çevirdim. Bu o adamdı, kitap okumaya yeni başlayan hani.
"Özür dilerim Azra hanım."
Göğsümün üzerindeki yaka kartına bakması rahatsız hissettirdi.
"Ah, siz miydiniz? Asıl ben özür dilerim."
Kafasını önemi yok dercesine sallayıp son dosyaları da verince ayağa kalktık.
"Adım Ertunç. Sizinle sohbet etmek için gelmiştim ama.."
Yutkundum. İnsanlarla konuşmayı pek beceremezdim aslında.
"Çok isterdim Ertunç Bey fakat birazdan patronum burada olacak."
Adam eliyle çenesini kaşıdı.
"Peki o zaman, yarın uğrarım."
Hafifçe gülümsedim ve onayladım. Ertunç güzel isimdi. Gerçi isminden ziyade hoşuma giden ağır abi tavırları vardı. Tam bunları düşünürken omzumdan dürtülünca sıçrayarak arkama döndüm.
"Aras.. Bey?"
"Ne dikiliyorsun?"
Buz gibi bakışları bugün yumuşaktı. Üzerinde lacivert bir takım vardı. Her zamanki gibi çok hoş görünüyordu ve iç çekmemek için kendimi zor tutuyordum.
"Sizi bekliyordum."
"Çıkış kapısının önünde?"
Hızla onaylayıp masama yürüdüm. Dosyaları bırakıp kollarımı esnettim. Bilmem kaç tane dosya vardı.
"Hepsi bu kadar mı?"
Başımla onaylayınca sandalyeme oturdu ve içime de oturan o cümleyi kurdu.
"Geceyi burada geçireceğiz sanırım. Haber vermen gereken kişiler varsa on dakikan var."

Sanal SevgilimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin