İşe gitmek için erkenden uyanıp banyodaki rutin işlerimi hallettim. Cem'i kafalamam gerekiyordu, bana yemek yapmayı ondan başka kimse öğretemezdi. Gerçi, bu konuda şüpheliyim. Yumurta kırmanın acizi ben, üşengeçler kraliçesi Azra, yemek yapacaktım!
Yanaklarımı sıkıntıyla şişirerek mutfağa girdim. En azından kahvaltı hazırlamayı biliyordum. On beş dakikanın ardından Cem'in neden hâlâ uyanmadığını merak ederek odasına girdim. Vaziyet aynen şöyleydi; yatağın başlığındaki ayaklar, çapraz bir şekilde uzanan gövde, uğur böceği şeklindeki uzun yastığa sarılmış bir Cem.
Gülerek telefonumu cebimden çıkardım ve fotoğrafını çektim. Yemek yapmama yardım etmezse pekâlâ şantaj yapabilirdim.
"Uyan!" Dedim perdeleri açarken. Kırmızı perde seçmek nereden aklına gelmişti merak ediyordum.
"Cem, o sarıldığın Victoria meleği değil,"
Yastığı var gücümle çektim.
"Zavallı bir uğur böceği.."
Aynı zamanda sevimli bir böcekten -sadece peluş böcekler sevimliydi- çok her şeye benzeyen yastığı ellerimle kabarttım.
"Dırdır etme."
Gözlerimi devirdim. Kurabiye gibi çocuk sabahları gerçekten kabalaşıyordu.
"Uyanman için ambulans falan çağırmadığıma şükret."
Gözlerini ovuşturup yatakta doğruldu ve elimdeki yastığı çekti.
"Sevgilimle arama ne diye giriyorsun? Hem uyandırmaya geldiğinde rüya gördüğümü sanıyordum."
Ağzımı abartılı bir şekilde oynatıp onu taklit ettim. Beni hiç takmadı zaten.
"Kahvaltı hazırladığımı duysan düşüp bayılırsın diye aşağı inip enfes tostumu tek başıma yiyeceğim."
Arkamdan yememem için tehditler savururken ben çoktan odadan çıkmıştım.
Her sabah böyle şeyler yaşayan birinin normal olmasını kim bekleyebilirdi ki? Bir kere evimde ruh sağlığımı tehdit eden Cem faktörü ve onun 'peluş takıntısı' vardı.
"Onu bırak!"
Diyerek mutfağa uçarak girdi Cem. Elimdeki tostu göstererek sırıttım.
"Üzgünüm dostum, tost benimle."
Sağ elini kalbine yerleştirip yüzünü dramatik bir şekilde buruşturunca kahkaha atarak tosttan ısırdım.
"Seninki masada, portakal suyu?"
Bakışları masayla buluştu ve koklayarak tostundan bir ısırık aldı. Sandalyeye oturmaya tenezzül etmediği için omuzlarından hareket ettirerek sandalyenin önüne zorla getirdim. Daha sonra var gücümle kollarından tutup aşağı çektim. Sonuç; başarısız.
"Monyok mıson kızom sen?"
Gibi bir cümle kurdu. Tabi buna cümle denebilirse..
"Ayakta yemek yenmez ama, bilmiyor musun?"
Kafasını iki yana sallayarak sandalyeye çöktü. Ben o kadar uğraştım başaramadım ve bu.. gururumu kırdı!
*
Kütüphaneye adım atmama kalmadan içimde bir huzur şelalesi akmaya başlamıştı zaten. Cem'in yanağından makas alıp arabadan indim ve o da ben içeriye girene kadar bekledi. Melih amca her zamanki gibi bilgisayar başında kart oyunu oynuyordu. Kalabalıktı ve hiç ses yoktu. Zaten hoşlanmazdım gürültüden ve bu iş benim için biçilmiş kaftandı.
Kayıt bölümündeki yerimi aldığımda bilgisayardaki word sayfasının açık olduğunu gördüm.
"Günaydın kızım. Umarım kahveyi şekerli seviyorsundur. -Hikmet Bilgealp"
Gülümseyerek sayfayı kapattım ve hâlâ sıcak olan kahveyi burnuma yaklaştırdım. Aslında Cem ile sabah maceralarımız yeterince açılmamı sağlıyordu. Yine de kahveye hayır diyemezdim!
Kayıt için gelen sakallı ve iri yapılı bir adama gülümsedim. Elindeki Sefiller'i gösterdi.
"Kayıt için buradayım."
"Tabi, bu formu doldurabilir misiniz?"
Kafasını sallayıp ceketinin cebinden siyah, pilot bir kalem çıkardı ve özenle gereken boşlukları doldurdu. Daha sonra formu bana uzattı.
"Kütüphane kartınızı vereceğim fakat aldığınız kitabı on beş gün içerisinde teslim etmeniz gerekiyor. Zaten kartın arkasında şartlar yer alıyor. "
Kütüphane kartlarının bulunduğu çekmeceyi açınca sesini işittim.
"Kitap okumaya yeni başladım. Geç kalmış sayılmam, ha?"
Aslına bakarsanız şuan adamın tipinden korktuğumu varsayarsak, o ne derse evet diyecektim.
"Tabi, kitabın yaşı olmaz zaten. İsterseniz bir dahakine size yardımcı olabilirim."
Kartı uzattım. Biçimli parmaklarıyla kavrayıp hafifçe gülümsedi.
"Bunu gerçekten isterim. Teşekkürler."
Rica ettiğimi belirtip adamın arkasını dönüp uzaklaşmasını izledim. Daha sonra formu bilgisayara geçirmek üzere işe koyuldum.
*
"Cem, bana yardım etmek zorundasın!"
Mızmızlanarak evin içinde sözde en yakın arkadaşımın peşinden koşuyordum!
"Bu kadar kısa sürede yemek yapmayı öğrenemezsin Azo!"
Şu lakaptan da nefret ediyordum zaten! Resmen mafya babası gibi hissetmeme sebep oluyordu.
Peşinden odaya girip cırladım.
"Elimden geldiği kadar diyorum sana!"
İşten çıkar çıkmaz aceleyle yemek yapmak için eve gelmiştim ve her zaman yanındayım nutukları çeken adam bana yardımcı olmuyordu.
"Rezil olmak mı istiyorsun? Ara ve iptal et dedim sana."
"Cem sinirlerimi bozuyorsun!"
Omuz silkip yatağına uzandı ve kulaklıklarını taktı. Bu huysuzluk niyeydi şimdi?
Öfkeyle odasından çıkıp kapıyı çektim. Elimdeki fotoğrafla şantaj yapmayı düşündüm fakat gurursuzluğun bir anlamı elbet yoktu. Madem o yardım etmiyordu, ben de başımın çaresine bakardım.
Gelmelerine üç saat olduğunu varsayarsak yemek sipariş edip masayı hazırlamam pekâlâ yetişirdi. Telefonu alıp ev yemekleri yapan bir yerin numarasını tuşladım. Yemekler yarım saat sonra geldi ve masayı hazırlamaya koyuldum. Bu süreç içerisinde Cem odasından hiç çıkmamıştı.
Aslında Aras'tan hoşlanmadığını biliyordum. Böyle salak gibi onu sevmem, beklemem zoruna gidiyordu. Yine de elinden geldiği kadar yardım edeceğine söz vermemiş miydi?
Sinirden kasılan bedenim bana ihanet ederek tabağın birini düşürdü ve çıkan sesle beraber Cem aşağıya koşturdu.
"Ne oldu!"
Dedi telaşla mutfağa girdiğinde.
"Tabak."
Kısa cevabıma karşılık gözlerini yerdeki porselen parçalarında dolaştırdı. Eğilip kırıkları toplayacağım sırada kollarımdan tutarak beni kaldırdı.
"Bir yerini yaralayacaksın."
"Odana çık. Ben hallederim."
Öfkeli olduğum zamanlarda ne dediğimi bilmezdim. Bu cümle ise Cem'i yaralar mıydı, şuan bilmiyordum. Kaşlarını çattı, sıkıntıyla nefesini verdi. Ben ise eğilip parçaları avucuma toplamaya başladım.
"Bırak dedim."
Dişlerinin arasından konuştuğunu elbette anlayabiliyordum ve bu sinir katsayımı daha çok yükseltiyordu!
Kırıkları çöpe attım. Daha sonra ellerimi gözüne sokarak "Bak, bir şey olmadı." Dedim yumuşak çıkması için çabaladığım sesle.
O ise beklenmeyen bir şey yaparak ellerimi avuçlarına hapsetti ve gülümsedi.
"Özür dilerim Azra, bugün kafe gerçekten yoğundu."
"Uzatacak değilim ya, git hazırlan hadi. Müstakbel sevgilim olarak çok hoş görünmelisin!"
Gülerek saçlarımı karıştırdı ve ellerimi bırakarak odasına gitti.
*
Üzerimdeki siyah, uzun kollu ve mini elbiseyle şık görünüyordum. Yani sanırım.
"Ayna birazdan un ufak olacak kızım!"
Belimden tutup beni aynadan uzaklaştırınca mızmızlandım.
"İyi göründüğümü sanmıyorum Cem."
"Saçmalama, sen her zaman güzel görünürsün."
Kollarından çıkıp yanağını öptüm ve genişçe sırıttım.
"İşte duymak istediğim buydu!"
Gülerek yanaklarımı sıktı. Dengesizlik benden ona bulaşmıştı belli ki. Daha sabah birbirimizi yiyecektik neredeyse. Ayrıca ona hâlâ kırgındım ama bunu dile getirmek istemiyordum.
Kapı çalınca heyecan bütün bedenimi titretti. Cem sakin olmamı öğütleyerek elimden tuttu ve beraber kapıyı açtık. İşte beklenen an; Bilgealp ailesi evimize şeref getirdiler (!)
"Hoşgeldiniz."
Diye gülerek içeri aldık onları. Cem kulağıma hiçbir sorun çıkmayacak diye fısıldarken ben çoktan ter dökmeye başlamıştım.
*
"Yemekler nefis görünüyor kızım. "
Hikmet beyin yorumuyla gece boyu dudaklarıma yapışıp kalan gülümsemem samimileşti.
"Daha tadına bile bakmadık ki Hikmet baba."
Bu kızı bir gün boğacağım! Cidden, saçlarını elime dolayıp mutfak tezgahını sileceğim o olacak.
Gözlerimi devirip yemekleri servis ettim. Cem gülümseyerek bana bakıyordu ve eminim şuan aşk böcekleri gibi görünüyorduk.
"Benim sevgilim her zaman güzel yemek yapar Ceren hanım."
Cem'e Azra'dan artı bir puan.
"Hanım çok resmi değil mi Cem?"
"Biz zaten resmiyet çerçevesinde bir yemek yiyoruz Ceren."
Aras'ın uyarıcı sesiyle arsızca gülümsedi. Hem söylediği doğruydu; patronlarımı yemeğe davet etmiştim.
"Afiyet olsun."
Dedim ben de yerime otururken. Hikmet bey mantısından yerken memnun görünüyordu. Cem ise masanın altından elimi sıkmış, kulağıma "Harika" diye fısıldamıştı. Gerçi yemekleri sipariş ettiğimi anladığını düşünüyordum ama böyle davranması güzeldi.
"İlk iş gününüz nasıldı Azra hanım?"
Aras'ın sesiyle yutmaya çalıştığım börek parçası boğazıma takıldı ve birkaç kere öksürdüm. Bunu bilerek yapıyordu. Eminim ki benim peşinde koşacağımı falan sanıyordu.
"Gayet iyiydi. Ayrıca Hikmet bey, çok teşekkür ederim."
Hikmet bey yemekten bakışlarını çekip bana çevirdi.
"Ne için kızım?"
Kahve, diyeceğim sırada öksürük krizine giren Aras sayesinde telaşla ayaklanıp yanına gittim.
"İyi misin?" Diye sorarken bir yandan da elimdeki suyu ağzına götürmüş içmesini sağlıyordum.
"Ben tutarım."
Dedi Ceren böyle bir durumda gereksiz kıskançlık yaparken. Bardağı eline tutuşturup tekrar sandalyeme oturdum.
"O neydi Azra? Böyle davranma."
Cem haklıydı. Dediklerini kimse duymamış olsa da gerilmiştim. Ki zaten gecenin başından beri heyecanda geberiyordum.
"İri bir parça yutmuştur kesin. Küçükken de böyle sabırsızdı."
"Öyle mi? Sabırsız insanlar çoğu şeyi kaybeder aslında."
Cem'in yorumu masaya bomba misali düşerken Aras derin bir nefes aldı.
"Ben bugüne kadar hiçbir şey kaybetmedim Cem bey."
"Genel konuşmuştum, yarası olan gocunur Aras bey."
Gözlerimi yumup sakin kalmaya çalıştım. Cem'in sessiz durmasını elbette bekleyemezdim ama bu kavga sirenlerinin sesini duymamı sağlıyordu.
"Eee, yemekler.. beğendiniz mi?"
"Olmamış şekerim. Bir kere karnıyarık böyle yapılmaz."
Yapmacık gülümsememle dirseğimi masaya koyup yüzümü avucuma yerleştirdim.
"Öyle mi şekerim, peki nasıl olurmuş? Anlatırsan bir dahaki sefere öyle yaparım."
Gözlerini kıstı. Böyle bir çeşit hayvana benziyordu. Veya birçok çeşit hayvana.
"Tarif defterim evde kaldı."
"Kendini de evde bıraksaydın?"
Hocalarıma teşekkürler. Çünkü şuan onlardan alıntı yaparak Ceren'i mat etmiş durumdayım!
"Ben bir lavaboya gideyim."
İşte böyle güzelim ve korkarım bu daha başlangıç.
*
Gecenin ilerleyen saatlerinde evdeki gerginlik de artmıştı. Bu yüzden Hikmet bey evine giderken Ceren bara gitmeyi teklif etmişti. Tabi ki Aras ve Ceren'i başbaşa bırakmazdım, hem de elimde bir fırsat varken!
Geldiğimiz yerin zemini siyah, kırmızı ve mavi ışıkların aydınlattığı boğucu bir mekandı. Cem beni böyle bir yere getirmek istemediğini defalarca söylemişti. Ben ise yanından ayrılmamak üzere söz vermiştim.
"Şöyle geçelim."
Dedi Aras, Ceren'i belinden tutarken. Cidden şuan odaklandığım tek şey buydu. O el nasıl orada durur Aras? Elini mi kırayım Aras?
Cem de belimdeki eliyle bir tabureye yaklaştı ve çiftler (!) olarak karşılıklı oturduk.
"Azra bu gece içmeyecek."
"Sevgilinin içinde sapıtmasından mı korkuyorsun?"
"Aksine, içince çok güzel oluyor ve bunu," parmağıyla pistte dans edenleri gösterdi.
"Bu kadar erkekle paylaşacak değilim."
Vay be, cidden mükemmeldik! Cem'den harika bir sevgili olacağından bir kez daha emin oldum ve Aras'ın omuz silkmesini izledim. Ceren elindeki birayı içerken erkekler de viski istemişti. Ben mi? Meyve suyu..
"Dans etmek istiyorum!" Diye bağırdı bir süre sonra Ceren. Daha sonra Aras'ın yanağından öpüp piste ilerledi.
"Güzelim, Ilgaz'ı gördüm. Bir selam verip geleyim ve sende uslu uslu otur."
Uysalca başımı salladım uzaklaşan Cem'e. Elbette Ilgaz diye biri yoktu! Canım dostum, biricik yavrum bizi yalnız bırakmak istemişti.
Meyve suyumdan ufak bir yudum alırken gözlerimi mekanda dolaştırdım. Ona bakmamak için cidden çaba harcıyordum.
"Bütün gece beni görmezden gelmek zor olmalı."
Kaşlarımı kaldırıp tepinen kalbime inat ifadesiz yüzümü ona çevirdim.
"Neyden bahsediyorsunuz?"
Viskisinden koca bir yudum alıp bana doğru eğildi.
"Yalan söylemek sana göre değil."
"Seni duyamıyorum!"
Diye bağırdım dediklerine ne cevap vereceğimi bilemediğim için. O ise beni süzdükten sonra kafasını iki yana salladı.
Bu cidden zordu. Böyle içli dışlı olmaya alışmam gerektiğinin ise farkındaydım.
*
Yarım saattir tek kelime etmeden oturuyorduk. Ne Ceren ne de Cem ortada yoktu ve cidden sıkılmıştım!
"Sevgilin seni ekti sanırım."
Gözlerimi devirip elimi saçlarımdan geçirdim.
"Sevgilin şuan seni aldatıyor olabilir. Kendi derdine yan."
Omuz silkti. Bunu neden sık sık yapıyordu? Başımda ufak bir sızı oluştu. Bunun migren habercisi olduğunu biliyordum ve eve gitmem gerekiyordu.
Oturduğum tabureden kalktım.
"Gidiyorum ben."
"Hey! Nereye?"
Kolumdan tutan elle alev alev yanmaya başladım ama lütfen, bunu şuan düşünmemem gerek.
"Sana ne? Git ve sevgilini bul."
Bir kahkaha atıp o da ayağa kalktı. Daha sonra kolumdan çekerek beni o boğucu ortamdan çıkardı.
"Eve gitmesi gerekmiş. Mesaj attı."
Ağzımdan çıkan 'hah' nidasına mani olamadım. Sorumsuz işte.
"Olabilir. Bende gidiyorum, iyi geceler."
Kolumu çekip taksi beklemek için yolun karşısına geçtim. Biraz sonra önümde siyah, spor bir araba durunca şaşırarak Aras'a baktım.
"Atla. Seni bırakayım."
Umarım beğenirsiniz, öpüyorum. ♡