Eve geldiğimde yüzüm tabiri caizse yerleri süpürüyordu. Ceren hastaneye kaldırılmış, Hikmet Bey de onun telefonundan Aras'ı aramıştı. Fakat önemli olan bu değildi, önemli olan Aras'ın yol boyunca beni unutup telefondan Ceren'le ettiği sohbetti. Kendimi arabadan atmamak için zor tuttuğumu tahmin edebiliyorsunuzdur.
"Cem! Mutfakta mısın?"
Bağırırken mutfağa doğru ilerledim. Masanın üzerinde duran kitap ve boş kahve bardağını görünce evde olmadığını düşünmeye başladım.
Yavaş ve yorgun adımlarla odama ilerlerken Cem'in kapısını çalmayı da ihmal etmedim. Fakat hiçbir ses yoktu.
"Belki de işi uzamıştır.." Mırıldanarak odama girdim. Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup sıcak suyun altına kendimi attığımda tek düşündüğüm şey Aras'ın Ceren'e 'canım' diye hitap etmesiydi...
*
"Hüzün kovan kuşu gelmiiiiş, gecenin yanağına konuvermiiş!"
Önce alarm sandığım bir ses duydum, daha sonra bunun Cem'in sesi olduğunu anlayınca ağrıyan başımla birlikte yatakta doğruldum.
Böyle bir düşüncesizlik yapmazdı ama haydi hayırlısı.
"... aşık şarkıma karşılık veeerr..miş! Miş miş miş de muş muş muuş!"
Elbette oturma odasına girerken elinde siyah bir torbayla yalpalayan Cem'i görmeyi beklemiyordum. Koşarak yanına gittim ve kafasını çarpak üzere olduğu raftan uzaklaştırdım.
"İçtin mi sen!"
"Aaa! Azo? Sen evin yolunu bilir mi..ydin?"
Arada hıçkırması sevimlilik uyandırsa da bu yaptığı hiç doğru bir hareket değildi.
"Neden bu haldesin?"
"Bi' sorsana niye içtiğimi bi' sor!"
"Sordum ya gerizekalı."
Kaşlarını çatarak yüzüme baktı. Dediğimi anlamamakla beraber ağırlığını da iyice üzerime verince sinirlenmemek için kendimi tutmaya başladım.
"Bu akşaaam ölürüüm!"
Oflayıp puflayarak omzuma yuva yapan Cem'i yatak odasına taşıdım. Bunu nasıl başarıyordu bilmiyorum ama ne zaman moralim bozuk olsa beni bir şekilde asıl konudan uzaklaştırıyordu. Şuan olduğu gibi. Düşünmem gereken bir sevgilim (?) vardı fakat ben Cem'in neden bu halde olduğuna takmıştım kafayı.
Yattığı yatakta sızdı. Ağzı açık, bir eli sarkıyor diğer eli ise elime ev sahipliği yapıyordu. Gülümsedim. Bu çocuğun her anında ben vardım. Ne olursa olsun aramız bozulmamıştı. Yine de son zamanlarda canını sıkan şeyleri benimle paylaşmıyordu. Sıkıntılı bir iç çektim ve yanına uzandım. Sabah uyandığında açıklama yapmadan gitmesini istemiyordum.
*
"Dün gece olanlar için üzgünüm."
Saçlarımı okşayan el ile gözlerimi açtım. Sarhoş halinden eser kalmayan Cem, dinç bir şekilde bana gülümsüyordu.
"Günaydın."
Bende ona gülümsedim. Dün olanları büyütmek istemiyor ama nedenini de merak ediyordum. Yatakta doğruldum.
"Kalkma sen, kahvaltıyı hazırlamadım daha."
"Otur Cem. Kahvaltıyı dışarıda yaparız."
Kalkacakken kolundan tutup oturtunca gözlerini devirdi.
"Sorgulamaya başlayacaksın yine, biliyorum."
Kafamı olumlu anlamda sallayıp boğazımı temizledim.
"Seni bu kadar üzen ne olabilir diye düşündüm gece boyunca."
Durdu. Özür dileyen bakışları yüzümde gezinirken alt dudağını dişlerinin arasına almıştı.
"İnan önemli bir şey yoktu. Yalnızca bizimkiler ısrar etti ve.."
"Beni kandırabileceğini mi sanıyorsun sen?"
Sinirlenmemek için kendimi tuttum. Ne saklıyorsun diye haykırmak geliyordu içimden.
"Azra, bunu daha sonra konuşalım. Gerçekten. "
Bana uzattığı eli iterek yataktan kalktım ve odadan çıktım. Bana güvenmiyor muydu? Bunun altında yatan başka bir anlam bulamıyordum çünkü. Derin bir nefes verdim. Pekala, sinirlenmek ve onu kırmak yok Azra, sakin ol.
Mutfağa girip nescafe için su koyduktan sonra çalan telefonumu bulmak için odama koştum.
"Neredeydin?" dedi telefonu açar açmaz başkalarına canım diyen sevgilim.
"Cem'in odasında. Bir şey mi oldu?"
"Onun odasında ne işin vardı?"
Sert çıkan sesine karşılık gözlerimi devirdim. Ben sana hesap soruyor muyum, diye atarlanmak gelse de içimden dilimi tuttum. Bunu neden yapıyordum?
"Biz aynı evde yaşıyoruz Aras."
Homurdandı. Ben de o sırada ne giyeceğime karar vermeye çalışıyordum. Tam bir eteği ayna karşısında üzerime tutmuştum ki sesini duydum.
"Kısa zamanda o işe de çözüm bulmak gerekiyor, haklısın."
Kan beynime sıçrayınca haliyle kendimi tutamadım. Ne demek o işe çözüm bulmak gerek, ne demek?!
"Aras bir şey soracağım, senin Ceren'le olan her türlü ilişkine ben karışmıyorken sana ne oluyor?"
Tek nefeste dile getirdiğim cümle karşısında onun yumuşak sesini duydum.
"Peki, haklısın Yeşilim. Yeni kitaplar gelecekti bugün, onları tek başına yerleştirme diye aradım."
Dengesiz. Cidden dengesiz.
"Neden? Yoksa yardıma mı geleceksin?"
"Doğru tahmin! Seni almamı ister misin?"
Olumsuz cevap verip telefonu kapattığımda eteği giymeye çoktan karar vermiştim.
*
Evden Cem'in yüzüne bakmadan çıktım. Bu tür durumlar pek bizi bulmazdı. Huzurlu huzurlu yaşayıp gidiyorduk. İnsanlar zamanla değişiyordu elbette ama ben birbirimize güvenmeyecek duruma nasıl geldik onu çözemiyordum.
Bütün bunları düşünürken kütüphaneye vardım. İçeriye girdiğimde yüzüme çarpan sıcak hava gülümsetti.
"Hoşgeldin kaçak."
"Hoşbuldum Meloş."
Melih amcanın göbeğine vurup güldükten sonra yerime geçtim. Yeni kitaplar daha gelmemişti bu yüzden birkaç kaydı bilgisayara geçirmeye başladım.
*
Aradan yarım saat kadar geçmişti ki kütüphanenin kapısının açıldığını duydum. Daha sonra ensemde bir sıcaklık hissettim.
"Burnum!"
Hızla arkaya dönünce burnuna kafa attığım bir adet Aras'la karşılaştım.
"Çok özür dilerim! Bilerek olmadı.."
Bir eli burnundayken diğer eli sandalyemi ona çevirdi.
"Bir öpücük verirsen affederim."
Gözlerimi devirip geri çekildim. Şu Ceren olayı içimden çıkmıyordu. Elbette böyle davranmak istemiyordum. Yine de bastıramadığım duygular başgösteriyordu ve evet, düşünmeden hareket ediyordum.
"Ciddi misin?"
Sert bir şekilde dile getirdiği iki kelime, sonra kalkıp Melih amcanın yanına gitmesi.. Dolan gözlerime aldırmadan tekrar işime odaklanmaya çalıştım. Durumunu anlayışla karşılıyordum -ya da karşılamaya çalışıyordum- ama yanımda Ceren'e iltifat etmesi canımı yakıyordu. Benden uzakta yapamz mıydı? En azından gözüm görmez, kulağım duymazdı.
Derin bir nefes vereyim derken öksürmeye başlayınca aptallığıma mı yansam yoksa sırtıma vuran elin ağırlığı altında ezilsem mi bilemedim.
"İyi misiniz?"
O kalın, sert sesin sahibi hiç tahmin etmediğim biri çıktı; Ertunç.
Kendime gelmek için birkaç defa da bilerek öksürdükten sonra Aras'ın uzaktaki bakışları üzerime çevrildi fakat ona bakmak yerine Ertunç'a döndüm.
"Sanırım.. Teşekkür ederim. "
Önemi yok dercesine kafasını salladıktan sonra elini sırtımdan çekerek karşıma geçti. İşte tam o sırada trip atan sevgilim yanımda belirdi.
"Bir şey mi oldu sevgilim?"
Sevgilim kelimesine yaptığı vurgu, sert bakışları ve yüzüme dokunan kemikli eli niyetini resmen ortaya koyuyordu. Zoraki gülümsedim.
"İyiyim. Ertunç beye teşekkür ediyordum bende."
Çenemi okşadıktan sonra elini çekip Ertunç'a yöneltti. Adam orada durmuş bizim cilveleşmemizi izliyordu ve evet bu gerçekten utanç vericiydi!
"Teşekkürler birader."
"Rica ederim." deyip, sevgilimin elini sıkmayan bir adet Ertunç kaç saatte ölecek dersiniz?
"Ayrıca ben buraya sizinle Mücellâ hakkında konuşmaya gelmiştim."
Mücellâ, Nazan Bekiroğlu'nun kitabıydı ve şu durumda benimle sohbet edebileceğini mi düşünüyordu? Aras yanımda iyice sinirlenirken gerçekten ne yapacağımı bilmiyordum. Evet, ona sinirliydim ama bu onun istemediği şeyleri yapmamı gerektirmezdi.
"Üzgünüm ama kitabı daha bitirmedim ben. Mümkünse daha sonra konuşalım."
"Hay hay, ne zaman isterseniz."
Gülümsedim. Gülümsedi ve çıktı gitti. Bir rezalet çıkmadan gitmiş olması işime gelse de Aras yanımda patlamaya hazır bir bomba misali duruyordu.
"Seninle bi' konuşalım biz."
Kolumdan tuttu, Hikmet Bey'in odasına sürüklerken direnmedim. Yorgunluk böyle bir şey işte, tecavüz etse sesim çıkmayacak. Nazikçe odadaki tek koltuğa oturmamı sağladığında boğazımı temizledim.
"Kimdi o adam?"
"Tanımıyorum."
Koltuğun başına oturdu.
"Tanımadığın adamın ismini biliyorsun? Bak bu konuyu uzatmak istemiyorum. Bir daha onunla görüşmeyeceksin."
Konuyu uzatmamasına sevinmiştim aslında. Bir de açıklama yapmak zorunda kalmamıştım.
"Tamam."
Gözlerini büyülterek avcunu alnıma bastırdı.
"Öksürürken kafanı falan mı vurdun? Böyle kolay kabullenmezdin sen."
Dilimin ucuna gelen kelimeleri yuttuğumu bilmiyordu. Kalbimin kırgınlığını ondan sakladığımdan da haberi yoktu.
"Yoruldum. Tartışma çıkarmaya niyetim yok."
Sandalyeden kalkıp yavaş adımlarla odadan çıktım. Her dakika ağlayacak gibi oluyordum. Kaldıramıyordum ve Aras'ı da üzmek istemiyordum. Derin bir nefes alıp tekrar bilgisayarın başına geçtim.
"Abla bir bakar mısın?"
Tahminen on yaşında bir kız çocuğu elindeki kitapla bana gülümsüyordu.
"Tabi ablacım."
Kaşlarımı kaldırıp alt dudağını ıslatmasını izledim.
"Şimdi ben bu kitabı nasıl alacağım? Bir de üye olmak istiyorum da."
Bir form çıkarıp boş alanları doldurmasını sağladım. Aynı zamanda on iki yaşında olduğunu ve isminin Sıla olduğunu öğrendim.
"On beş gün içinde okuman gerek canım. Eğer bitiremezsen gel, süresini uzatalım."
"Teşekkür ederim Azra abla."
Sarılmak için edildiğimde yanağımı öptü. Bende onun yanaklarını öptükten sonra Aras'la gözgöze geldim. Gözlerimi kaçırıp arkasından el salladım ve tekrar işimin başına döndüm.
Yıllar sonra tam kavuştum derken başka biriyle paylaşmak istemiyordum. Üzerime kuma gelmiş gibiydi. Oflayıp son kayıtları da geçirdikten sonra Melih amcaya seslendim.
"İşim bitti Meloş. Çıksam ya ben?"
Elindeki sarı bezle sildiği raflardan kafasını çevirip yüzüme baktı.
"Aras oğluma haber vermeyecek misin?"
Sahi, işlerin arasında unutmuştum.
"Nerede ki?"
Hikmet Bey'in odasını işaret edince yüzüme yalancı bir gülümseme yerleştirip odaya ilerledim ve kapıya iki defa vurdum. Kapı açıldığında Aras'la burun buruna geldik ve evet bunu beklemiyordum.
"Şey, benim işim bitti de."
Dudağının kenarıyla gülümsedi. Bakışlarımı dudaklarından çekip arkasındaki kapıya odaklarken bir adım geri gittim.
"Bana gelsene."
Bu defa gözlerimi gözlerine çevirdim. Bana gelsene? Hastaneye gideceğini sanıyordum. Belimden tutup kendisine çektiğinde alt dudağımı ısırdım.
"Cem'i ihmal ediyorum. Dün iyi değildi."
Kaşlarını çatıp belimi bıraktı.
"Bana geliyorsun Azra. Bahane istemiyorum."
Sesi itiraz etmemi engellemişti. Kafamı olumlu anlamda sallayıp önden yürümeye başladım. Askılıktan montumu alıp Melih amcaya iyi akşamlar dedikten sonra kütüphaneden çıktık.
*
"Kahve yapıyorum?"
Mutfaktan bağıran Aras'ı onaylarken çalan telefonumu kulağıma yerleştirdim.
"Neden geciktin Azra?"
"Aras biraz rahatsız. Onunla kalacağım bu gece."
Telefonun diğer tarafından derin bir nefes sesi geldiğinde Aras ve Cem'in neden birbirine katlanamadığını merak ettim.
"Tamam. Dikkat et."
"Sende."
Başkası olsa sorgulardı. Ama Cem öyle değildi, anlayışlıydı ve bu onun en sevdiğim yanıydı. Elinde iki tane filli kupayla gelen Aras'ı görünce güldüm.
"Bakıyorum da geceleri epey sert oluyorsun."
"Dalga geçme."
Kupayı elinden alıp dudaklarıma götürdüm ve gözlerimi ona diktim. Yanıma oturmuştu ve bana bakıyordu.
"Sana sahip olduğum için gerçekten dünyanın en şanslı adamıyım."
Gülümsedim. Dişlerimi göstererek.
"Bir şeyleri konuşmamız gerek Yeşilim. İçine attığını görebiliyorum. Sabaha kadar benimsin ve ben seni sabaha kadar dinleyeceğim. Dökül."
Konuşmak istemiyordum aslında. Sadece onu izlesem de olurdu. Bir de şey, kaçmak işime geliyordu.
"Kendini benim yerime koysana Aras. Üzerime kuma gelmiş gibi. Dün o kızla canımlı cicimli konuştun! Ne hissedeceğimi umursamadın bile. Böyle mi beni seviyorsun sen? Ya bak, cidden alttan almak için epey çaba sarf ediyorum. Ama olmuyor, seni paylaşamıyorum! Kokun benim, saçların, gözlerin benim; adını yalnızca ben sevgiyle anabilirim!"
Sonlara doğru sesim boğuklaştı ve daha fazla dayanamayıp gözyaşlarımı serbest bıraktım. Bedenime sarılan bir çift kol nedeniyle güvenle dolarken aynı zamanda benden gitmesinden de deli gibi korkuyordum.
"Yeşilim, aşkım.. Sakin ol güzelim. Geçecek. İnan bir yolunu bulacağım."
Aradan on dakika kadar geçip sakinleşince, Aras yavaşça benden ayrıldı.
"Daha iyi misin?"
Kafamı olumlu anlamda sallayıp oturduğum koltukta biraz dikleştim.
"Ben de seni o herifle paylaşmak istemiyorum. Bunu biliyorsun değil mi?"
Gözlerimi devirdim.
"Sizin ne sorununuz var?"
Aras'ın yüzü ciddileşirken cidden sebebini merak ettim.
"Azra, bunu söyledikten sonra bana kızabilirsin. Ve inanmayabilirsin de. Ama.. Cem sana âşık."