Gökyüzü tüm gizemini ortadan kaldırmış, annem ve ben yolculuğumuzun sonuna yaklaşmıştık. O gün birşeyi çok iyi anlamıştım. Hayat bazen sadece yol çizgilerinden ibaretti. Yol çizgilerini izlerken kaçırdığımız görüntülerden oluşuyordu. Biz çizgileri izlerken, biri gelse ve "az önce bir dağ vardı, kocamandı!" dese muhtemelen onu görmemiş olacaktık. Ve geriye dönme şansımız olmayacaktı. İşte hayat böyle birşeydi. Aşk'ta yol çizgilerini görmekti sadece. Ve ben sadece Loren'i görmüştüm. Herşey çok hızlı gelişmişti. Her zaman aşkın yavaşca geliştiğine inanırdım. Çünkü filmlerde aşk sahneleri ağır çekimde gerçekleşirdi. Önce gözler gösterilir, sonra dudaklar. Sonra mimikler devreye girer. Ve işte Aşk!..
Değilmiş. Öyle olmuyormuş. Bilirsiniz, ben şu film karakterleri gibi yaşayan insanlardanım. Benim filmimin sonunda ne olur, bilmiyorum. Sanırım yaşayıp gören bir film karakteri olacağım.
Annem;
-İşte geldik!
Yol boyunca nereye gittiğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Geldiğimiz yer, değişik bir yerdi. Geniş bir ormanın içerisinde ki bir yoldan ilerlemiştik. Yolun sonunda bir eve geldik. Ahşap bir evdi. Çok güzel görünmesinin yanında, gizemliydi. Tanrım! gizem. Hayatımın anahtar kelimesi.. Ama masallar ülkesinde gibi hissetmeme neden olmuştu. Bir şatoyu andırıyordu. Az sonra içeriden metal kıyafetleriyle şövalyeler çıkacak ve bize evi gezdireceklermiş gibi hissediyordum. Muhtemelen evin salonunda da büyük şamdanların olduğu bir yemek masası vardı.
-Anne, burada mı kalacağız! burası harika..
-Beğeneceğini biliyordum. Neydi senin şu lafın..
-haha, hippi ruhu mu?
-Hippilere layık bir ev değil mi?
-Evet.. ve oldukça masalsı. .
Derin bir nefes aldım. Kuş seslerini duyuyordum. Merakıma yenik düştüm ve tüm yorgunluğuma rağmen etrafı gezmeye başladım. Ucu bucağı olmayan dağlar, dereden gelen su sesi, herşey çok güzeldi. Ama, o da ne?
Bir ağaç ev.. Küçükken hayalini en çok kurduğum şey. Koştum, koştum.. Uzun tahta bir merdiveni vardı. Sağlam görünüyordu. Büyük ağacın kalın kollarından destek alınarak kurulmuştu. Dışını sarmaşıklar sarmıştı. Harika görünüyordu. Bu evin kime ait olduğunu çok merak ediyordum. (Bu hangi masaldı. Buldum! işte şimdi de Alice harikalar diyarında!)
Bu evin içerisine girmezsem meraktan ölebilirdim. Ama camgözün söylediklerini anımsamam da gecikmedi. Evet, kediler meraktan ölür.. Merdivenlere tutundum, kendimce sağlamlık testi yapmak amacıyla biraz salladım. Sağlamdı. Yavaş yavaş merdivenleri çıkmaya başladım. Şehir hayatındaki lüks merdivenlere o kadar alışmış ve doğaya o kadar uzak kalmıştım ki bir platform yarışında gibi hissediyordum. Çok yüksekti, ama korkmamayı Loren'le öğrenmiştim. Ve eğer birşeyin sonunu görmek istiyorsam, riskleri göze almam gerektiğini..
-I ıhm. Kimse var mıı?
Kafamdaki düşünceler;
1- Merdivenin tepesine kadar çıkıp, kimse var mı dememdeki mantığa hayran kalmamam elimde değil.
2- Eğer içeride biri varsa ve kötü niyetliyse, bu merdivenlerden aşağı inmem 1 saat sürerdi. Ve bu bir saatte öldürülme ihtimalim istatistiklere göre %99'du.
3- %1 ihtimal "mavi" dilinde "mucize" olarak adlandırılır.
Yavaşça tahta kapıyı ittirdim. Tanrım!.. Tanrım içeride biri vardı. Olamaz! Birden içeride birini görünce heyecanlanmıştım. Ayağım kayıyordu. İşte düşüyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP YILDIZ #wattys2017
RomanceMerhaba, eğer şu an bu yazıyı okuyorsan mutlaka bir nedeni var. Mavi'nin sana söylemek istedikleri var. Ama onu sen bulacaksın. Dünyaya geldiğinde elinde bir torba vardı. Önce hislerini doldurdu, sonra düşüncelerini. Yürüdü ve insanları izledi, onl...