-1.2

126 18 15
                                    

Sung Gyu, Min'i sağ salim evine getirip kardeşinin güvenli kollarına emanet ettikten sonra, verdiği rahatsızlıktan dolayı özür dileyerek dört bir yanı tütsü kokan evden ayrıldı.

Aslında daha fazla kalıp, Tan'a yardımcı olmak istiyordu, ki zaten bunu onlara borçluydu. Sonuçta Min'in bu kadar yorgun olmasının sebebi bir nevi kendisiydi. Eğer o olmasaydı zavallı Min uyku düzenini bozup, Sung Gyu'yu başındaki bu amansız dertten kurtarmak için uykusundan feda ederek araştırma yapmayacaktı. Belki de çoktan kendisine uygun bir bayan bulmuş ve evlenmiş olacaktı. Hatta bu kadar uykusuz olmasının sebebi de, gece uyumayıp yaygara çıkaran küçük bebeği olacaktı, kendisi gibi hayaletleri görebilen garip bir adam değil.

Bu çok garipti.

Sung Gyu hayatı boyunca, değil hayaletlere inanmak, insanların varlığına bile inanmamıştı. Bu dünyadaki herkesin ve her şeyin bir halüsinasyondan ibaret olduğunu düşünürdü. Değişik bir anlayışı vardı, bunu inkar edemezdi. Fakat, düşüncelerinin insanlarla ilgili olan kısmında biraz abartmış olsa da, hayaletlerle olan kısmında haklı olduğunu düşünüyordu.

Tanrı aşkına, soyut bir şey nasıl gözle görülebilirdi ki? Bu en az, bir karganın kötü sesiyle şarkı söyleyip ünlü olması kadar imkansızdı.

Ama maalesef ki, imkansız diye bir şey olmadığını da bu vesileyle öğrenmişti; o hayaletleri görebiliyordu işte. Hatta görmekle kalmıyor, isterse onlarla temas bile kurabiliyordu. Bu kaçınılmaz bir gerçekti.

Ve hayır, deli falan da değildi. Bu seçeneği Yena sayesinde eleyeli iki ay olmuştu.

Elleriyle saçlarını karıştırdıktan sonra, dağılan saçlarını umursamadan arabasını çalıştırdı. Yol boyunca yolların boş olmasını fırsat bilerek etrafı izlemiş, arada bir karşısına çıkan hayaletleri umursamamaya çalışmıştı. Onları ilk görmeye başladığında, araba sürerken karşısına bir hayalet çıkmıştı. Onu bir insan sanıp öldüreceğinden açıkçası çok korkmuş ve bu yüzden direksiyonu olabildiğince sağa kırıp, altındaki arabayla beraber şarampole yuvarlanmıştı. Neyse ki yanında zarar görecek kimse yoktu ve mucizevi bir şekilde kolunda oluşan küçük bir sıyrıkla kazadan kurtulmuştu. O günden sonra etrafında olup bitenlere daha çok dikkat eder olmuştu. Sonuçta ölmek istemiyordu.

Oldukça yavaş geçen bir yolculuğun ardından evine ulaştığında, arabasını park edip ağır hareketlerle arabadan indi. Bugün fazlasıyla yorulmuştu. Fiziksel bir yorgunluk değildi ama bu, daha çok zihinsel bir yorgunluğu vardı. Sungjong'la yaptığı görüşme duygularının sınırlarını zorlamıştı. Dakika başı ağlamış, arada bir delice kahkahalar atmıştı. Yoğun bir duygu karmaşasının içindeydi.

Sarıyla kahverengi arasında giden ama rengi daha çok kahverengiye yakın olan saçlarını düzeltip binaya girmeden önce, iki başka binanın üzerinde küçük gözlerini gezdirdi. Yena çoktan uyumuş olmalıydı, dairesindeki ışıklar kapanmış ve tüm bina karanlığa bürünmüştü. Ondan başka bu saatlere kadar kimsenin kalmayacağını bildiği için böyle bir yorumda bulunuyordu. O binada yaşayan herkes, oldukça yaşlı ve saat 9 demeden yataklarına gömülen insanlardı. Aralarındaki tek genç Yena bile olabilirdi.

Gözlerini diğer binaya kaydırdı. Burası hakkında bir bilgisi olmamakla birlikte, buraya taşındığı ilk andan itibaren dikkatini çeken bir yer olmuştu. En büyük sebeplerinden birisi tabii ki de Siyah Adam'dı. Doğrusu onun başından neler geçmişti çok merak ediyordu. Fakat Yena'ya göre fazla merak Sung Gyu'yu ölüme bile götürebilirdi. Sung Gyu ise eceli gelene kadar yaşamaya devam etmek istiyordu.

Büyük demir kapıyı itip, binanın büyük bir gürültüyle sarsılmasına neden oldu. Üçüncü kata çıkana kadar canı çıkmıştı. Siyah pantolonunun yan ceplerini karıştırıp ihtiyacı olan demiri çıkardığında, zafer kazanmışcasına gülümsedi. Anahtarı kapının deliğine geçirip iki kere çevirdikten sonra kapı açılmıştı. Yüzündeki huzurlu ifadeyle beraber içeriye geçti.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin