-2.0

116 17 31
                                    

Önüne sunulan teklif, aslında oldukça cazipti. Tabii ki koşulsuz şartsız her şeyi yerine getirme kısmı dışında. Yerine getirilecek şeyin ne olduğu hakkında hiçbir fikri olmadığından, şu anlık teklifi de kabul etmeyeceğini çok iyi biliyordu Sung Gyu. Durum böylesine ciddiyken düşünmeden kabul etmek gibi bir lüksü yoktu. Hadi kendisini geçmişti; ya Danbi ondan çevresindekilere zarar verecek bir şey istiyorduysa? O zaman ne yapacaktı? Tamam, bu durumdan kurtulmayı, en az tekrar Infinite grubunda olmak kadar çok istiyordu fakat eğer sevdikleri zarar görecekse yapmayacaktı. Onun için sevdikleri kendisinden daha önemliydi.

Titreyen elleriyle balkon korkuluklarına tutunup sokağa bakarken düşündüklerinin büyük bir kısmını hayaletin söyledikleri oluşturuyordu. Geri kalan kısımda ise Yena vardı. İki gündür değil kızın yüzüne bakmak, aradığında açmamıştı bile. Onu özlemişti. Lakin hiçbir şey olmamış gibi yanına gidecek kadar da yüzsüz değildi. Onunla görüşmeyi en sona bırakmalıydı: Örneğin ellerinin titremesi geçtikten sonraya.

Yavaş adımlarla salona geçti. O kadar uykuya rağmen hâlâ yorgun olan bedenini iki kişilik koltuğa bırakırken, cebinden telefonunu çıkardı. Ekran kilidini açmadan hemen önce, mesaj sayısı dikkatini çekmişti. Oldukça fazlaydı. Derin bir nefes aldıktan sonra ekran kilidini açtı ve uygulamaya giriş yaptı.

Sungjong'dan gelen onlarca mesajın yanında Deiji'den gelenler de yer alıyordu. İlk önce Sungjong'unkileri açtı.

youngestjong: Hyung, ben hiç iyi değilim. (14:09)

youngestjong: Neden aramalarıma cevap vermiyorsun? Sana ihtiyacım var. (14:09)

youngestjong: Sanırım Hoya hyungun dediği gibi ben hep yalnızdım. (14:10)

youngestjong: Kırılmış bir daldan medet ummak saçmaydı. (14:10)

youngestjong: Sen veya ben, hiç farketmez, bizden nefret ediyorlar. Herkes birbirinden nefret ediyor hyung. (14:10)

youngestjong: Topluma açık bir alanda bir yandan gözlerimi silerken bir yandan yazmaya çalışmak çok zor. Keşke aramalarıma cevap verseydin fakat meşgulsün sanırım. Yine de burada olmanı ve eski günlerdeki gibi beni güldürmeni isterdim hyung. Sen yokken kimse beni önemsemiyor. Sen yokken ben de yok gibiyim. Geri gel ve onlara yalnız olmadığımı göster. Ben yalnız değilim, değil mi hyung? Sen hep yanımdasın, değil mi? (14:13)

youngestjong: Herkes çok değişti. Beni korkutuyorlar. Tanrı aşkına, tek yaptığım onları tekrar aynı masanın etrafında toplamak oldu. Ama eskisi gibi kahkahalar savrulmuyordu; can acıtan sözler uçuşuyordu şirin kafemde. (15:42)

youngestjong: Hiç bu kadar boktan hissetmemiştim, hyung. (15:45)

youngestjong: Özür dilerim. (15:45)

youngestjong: Bana emanet ettiğin grubu koruyamadığım için beni affet. (15:45)

Sung Gyu mesajların hepsini okuduktan sonra yanan gözleriyle bir süre ekrana baktı. Aklından veya kalbinden hiçbir şey geçmiyordu. Sungjong'un yaralı kalbinin çığlıkları, düşüncelerinin sesini kesmişti. Büyük bir sessizlik hakimdi beyninin ücra köşelerine. Mesajları iki gün önce, hayaletle karşılaştığı zaman aralığında atmıştı Sungjong. Bu da demek oluyordu ki, canından bile çok sevdiği genç iki gündür kendisi yüzünden acı çekiyordu. Ağlamasıyla beraber ellerinin titremesi de şiddetlenirken, duygularını zaptetmeye çalıştı. Ne kadar başarılı olduğu tartışmaya açık bir konuydu. O an aklında tek bir düşünce geçiyordu: Sungjong'u aramalıydı.

Arama tuşuna bastığında kalbi yerinden çıkacak gibiydi.

Beş çalış sonrasında kulağına, bir zamanlar en yakın arkadaşı olan adamın, Woo Hyun'un sesi doldu.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin