-0.2

361 38 30
                                    

"Ve sıradaki şarkı, birbirini değişik sebeplerden dolayı bırakmak zorunda kalan ruhlar için gelsin. Aynı birbirini ansızın bırakan Infinite grubu gibi. Ah, kızlarım onları çok severdi ve ister istemez dağılmaları tüm aileyi etkiledi. Umarım bir yerlerde ayrı olsanız da mutlusunuzdur çocuklar..." diye bitirdi sözlerini radyodaki adam. Sung Gyu'nun gözleri duyduklarından sonra bir şelaleymişcesine göz yaşlarını dışarıya salarken, hıçkırıklarının bedeninden dışarıya çıkmasına izin verdi. Kalbi, o şu anda hiç olmadığı kadar acıyordu. Zaten kanamakta olan yarasına, bu adamın söylediği sözler tuz basılmış etkisi yaratmıştı. Neden lanet olası çenesini kapayıp sadece programını yapmıyordu ki? Ya da neden yine o lanet olasıca çenesini açmış ve böyle bir örnek vermişti? Vicdan azabı çekmelerini mi istiyordu? Eğer öyleyse bu konuda oldukça başarılı olmuştu. Sung Gyu, yaşadığı süre boyunca çektiği ve çekeceği en büyük vicdan azabını çekiyordu şu anda.

Ellerini yüzüne siper etti ve bir süre karanlığın zihnine hakim olmasına izin verdi. Düşünceleri tamamen şarkının sözlerine yönelmişti. Birkaç yıl önce sahnede hayranlarına sunduğu bu şarkı ona eskisi kadar masum gelmiyordu. O zamanlar sadece bir adamın sevdiği kadından ayrılmak üzereyken çektiği acıyı anlatan bir şarkı iken, şimdi ayrılmak zorunda kaldığı hayranlarına ulaştırmak istediği bir dilekti bu şarkı.

Seni bu şekilde göndermek istemiyorum.
Şimdi bir seçim yapmalıyım.
Senin için, benim için...≈

O da bir seçim yapmıştı. Her iki taraf için de en iyisini düşünmüştü. Aklının ucundan en ufak kötü bir düşünce geçmemişti bu kararı verirken. Tamamen geleceğe yönelik bir seçimdi onunkisi. Kimsenin zarar görmeyeceği, kurtarıcı bir seçim... Ne yazık ki kaderini değiştiremezdi.

≈Birlikte geçirdiğimiz acı tatlı anıların,
Hepsini unutacağım...≈

Onları bırakırken verdiği bu sözü tutamaması ne acınasıydı. Unutamıyordu. Unutması imkansızdı. Sahneye çıktığında damarlarında dolaşan kanın nasıl kaynadığını unutması imkansızdı. Ya da başlarına kötü bir olay geldiğinde birlik olup nasıl üstesinden geldiklerini unutması imkansızdı. Kardeşi saydığı o altı mükemmel insanı ve kalbinin değişik parçaları olan hayranlarını bir anda unutması imkansızdı. Üzerinden asırlar geçse, bu hayatı sonra erse ve yeni bir bedende can bulsa bile unutması imkansızdı tüm bunları.

≈Bir korkak gibi ayrılıyorum senden.
Verdiğimiz sözlerin hiçbiri ayrılık hakkında değildi.
Veda etmeye dair bir şey yoktu.
Sana verdiğim sözleri tutamadığım için kötü bir adamım.≈

"Ben kötü bir adamım..." diye mırıldandı Sung Gyu. Eskiden olsa hiç inanmayacağı bu cümle, sanki şimdi tüm yaşamını ele geçirmişti. O artık kötü bir adamdı. Kötü olmak zorunda bırakılan iyi kalpli bir adam...

Ellerini yüzünden çekip yatağın köşesine tutunarak kalkmayı denedi. İlk denemesinde yere yapışınca vazgeçmeyi ve oraya kıvrılıp uyumayı planladı ama daha sonra yerin soğuk olduğu ve eğer orada durursa hasta olacağı aklına gelince tekrar denedi ayağa kalkmayı. Bayağı zorlanmasına rağmen sonunda ayakları yere basabilmişti. Hafif bir hareketle esnedi. Yanaklarındaki yaşlar hala kurumamıştı ve bunu pek aldırdığı da söylenilemezdi. Tek istediği bir an önce radyoyu kapatmak ve kendisini uykunun zarif kollarına bırakmaktı. Ancak bu şekilde kaçabiliyordu gerçeklerden. Son günlerde tek ihtiyacı olan uykusuydu.

Bir anda aklına iki gün önce yaşadığı olay gelince, gözleri ister istemez sokak lambasının dibine takıldı. Bedenine karanlığın hakim olduğu o silüet yine oradaydı ama öncekinin aksine gülümsemiyordu. Dümdüz bakışlarıyla Sung Gyu'nun gözlerine odaklanmıştı.

≈Birbirimize bakarak dikiliyoruz öylece...
Birbirimize bakarak ağlıyoruz öylece...≈

"Kafayı yemiş olmalıyım..." dedi Sung Gyu bir adım gerileyerek. Eli perdenin kenarını bulduğunda, gözlerini tekrar sokak lambasının dibine çevirdi. Birkaç saniyenin öncesinde orada dikilmiş ve ifadesizce ona bakmakta olan silüet artık orada değildi. Korkuyla kapattı perdeyi. Hızlı adımlarla yatağına ulaştığında, şarkı sona gelmişti. Karanlıkta komidinin üzerinde duran radyonun kapatma düğmesini buldu ve bastı. Etrafı anında büyük bir sessizlik sararken son bir kez perdenin oraya baktığında, gecenin karanlığından bile daha siyah olan silüetin orada dikilmekte olduğunu gördü. Bir çığlık atarak gözlerini sımsıkı kapattı ve yorganının altına saklandı. O canlı olmayan varlığın evinin içine nasıl girdiğini bilmiyordu ve onu evinden kovabilecek kadar gücü yoktu. Ne yapacağını bilmiyordu. Belki de tek yapması gereken gitmesini beklemek olacaktı. "Ah, Tanrı'm! Bana yardımcı ol, lütfen."

※※※

"Sana öncekilerden daha korkunç olduğunu söylüyorum, Min Hyung! Hatta odamın içine bile girdi. Neden hala bana inanmıyorsun?" Omzundaki telefonu düzeltip etrafı süzdü. Bir yandan da soğanları doğruyordu.

"Seni serseri! Ben sana söylemedim mi? Eğer onu gördüğünü öğrendiyse istediğini alana kadar peşini bırakmaz." Karşı taraftan gelen hırıltılı ses onu korkutmuştu. Dün yaşadığı olaydan sonra küçük bir sinekten bile korkabilecek bir hale gelmişti. "Boşuna koskoca Seoul'den buralara taşınmadın sen. Orada başına gelenleri hemen unuttun mu?"

"Rüyama bile giriyor lanet olasılar, nasıl unutabilirim?" Soğanları bir tabağa aktarıp devam etti. "Kendimi bir şizofreni hastası gibi hissediyorum, Hyung. Her gece bir başkasının rüyama girmesine alışmıştım, beni korkutmuyorlardı ama son iki gündür tek gördüğüm bu siyah adam. İyice çocuk oyuncağına döndü bu durum. Söylesene Min Hyung, nasıl eski halime dönebilirim?"

"Sence biliyor olsam şu an bu durumda mı olurdun?" diye sordu sakince karşıdaki adam. Sung Gyu küçük gözlerini daha da kısıp söyleyeceği diğer şeyleri dikkatle dinlemeye çalıştı. "Şimdilik sadece onu gördüğünde çok tepki vermemeye çalış. Gözleriyle temas kurmadığın sürece aklına giremez. Seni rahatsız edebileceği tek yer rüyaların, çünkü o zamanlar en savunmasız olduğun anlar oluyor. Uyanık olduğun her salisede kendi zihnini kontrol edebilecek güçte olacaksın. Ha bir de, sakın içki içme."

"Anlaşıldı, patron!" dedi Sung Gyu neşeli bir ses tonuyla. Halbuki hiçbir mutluluk ifadesi yoktu yüzünde. Tek hissettiği korkuydu. "Başka?"

"Şey... Onu fazla düşünmemeye çalış, Sung Gyu. Biliyorsun, tüm bunlar onunla ayrılmandan birkaç ay sonra başladı." diye cevap verdi Min ve derin bir nefes alıp devam etti. "Sana hiç iyi gelmiyor, değil mi?"

"Yanılıyorsun, Hyung. O tüm bu kötü zamanlarda her şeyi unutmamı sağlayan tek şeydi. Deiji olmasaydı ve eğer ben bu süre içerisinde onunla ilgilenmeseydim kesinlikle kafayı yemiş olurdum." Aklına genç kızın güzel yüzü gelince istemsizce gülümsedi. "Hala onu sevdiğim için pişman değilim. Bana bir şeyler için çabalamam gerektiğini öğreten oydu. Üstelik onun bu olanlarla alakası yok. Eğer olsaydı bir yerden açık verirdi değil mi?"

Adam duraksadı. Deiji konusunda bir şeylerin yanlış gittiğinden emindi. Herhangi bir yerde bir eksik vardı ve eğer o eksik bulunmazsa yapboz tamamlanamazdı. Bu zamana kadar hep ondan şüphe etmişti. Hasta ve zararsız bir kız nasıl bunlara sebep olabilir diye günlerce düşünmesine rağmen mantıklı bir cevap bulamıyordu. Tek yaptığı kıza ön yargıyla yaklaşmak ve onu suçlamak olmuştu bu süreç içerisinde. Belki de kendisi yanılıyordu, kim bilir? "Ah, her neyse. Dediğin gibi olsun. Sadece kendine dikkat et."

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin