-0.7

145 22 14
                                    

Yena, sorusuna karşılık istediği cevabı aldıktan sonra tatmin olmuşçasına gülümsedi. "O zaman... Yarın yine sana uğrarım." Hafifçe başını eğip selamladı, ki bunu tamamen Sung Gyu'ya olan saygısı gereği yapmıştı, ve ardından kapıyı açıp dışarıya çıktı. Sanki biraz önce genç adama kısa cevaplar veren ve huysuz görünen o değilmiş gibi.

Sung Gyu önündeki kurabiyelerden bir tane daha alıp hala kapıya bakarken söylendi. "Bana büyü yapmış olmalı." Daha sonra elindeki kurabiyeyi ağzına koyup bir süre çiğnedi. Yuttuduğunda derin bir nefes alıp devam etti. "Yoksa tanımadığım bir insanın teklifini bu kadar çabuk kabul edemezdim."

Kabın içindeki kurabiyeleri kendi kaplarından birisinin içine boşaltıp, Yena'nın kabını güzelce yıkadı. Kuruması için onu bir kenara bırakırken, genç kız önüne koyduğundan beri yemeye devam ettiği kurabiyelerden bir tane daha aldı.

Tadı inanılmayacak derecede güzeldi.

Daha fazla yememek için mutfaktan çıkıp salona yöneldi. Masanın üzerinden telefonunu alıp kendisini yumuşak halısının üzerine attı.

Deiji'yi özlemişti.

Onun için çok endişeleniyordu. Özellikle de son olanlardan sonra endişesi iyice artmıştı. Ondan izin alıp dışarıya çıktığında hastanenin hastalık kokan koridorunda Deiji'nin ablasını aramış, Deiji'nin anlattıklarını ne zaman yaptıklarını sormuştu. Aldığı cevap ise şaşırtıcıydı: Bir hafta önce.

Telefonunu kapattıktan sonra duvarlar üstüne üstüne gelmeye başlamıştı. Böyle bir şey nasıl olabilirdi? Kalp hastalıkları yetmezmiş gibi bir de unutkanlık mı başlamıştı? Böyle olmaması gerekiyordu.

"Büyük bir şok yaşamış ve bunun gerekçesi olarak da o anı hatırlamamak istemiş olabilir." demişti doktor. Ardından eklemişti. "Gün içerisinde onu çok etkileyecek bir şey mi yaşadınız?"

"Şey..." deyip bir süre bekledi Sung Gyu. Adama bir hayalet gördüklerini söylese büyük ihtimal deliler hastanesine kapatılırdı. "Sanırım hayır. Yani en son sahildeydik ve denizi izliyorduk. Sonra..." Bir yalan uydurması gerekiyordu. "Sonra telefonu çaldı. Kapattığında birden bayılıverdi!"

Sen dünyanın en beceriksiz yalancısısın, Sung Gyu.

Genç adam duyduğu sesle beraber telaşlanmıştı. Etrafa göz atarken sahildeki yaratığı Deiji'nin odasının kapısını, çürümüş eliyle tutarken görmüştü. Bu yaratığın burada olmaması gerekiyordu. "Genç adam, bunun sebebi başka bir şey olmasın?" diye sordu doktor. Sung Gyu'nun söylediği hiçbir kelimeye inanmamış gibiydi.

"Hayır efendim, kesinlikle bu." Sanki gerçeği söylesem bana inanacaksın, diye geçirdi Sung Gyu içinden.

"Pekala... Onu, onda şok etkisi yaratacak olaylardan uzak tut. Bu ileride size büyük sorunlar çıkarabilir."

Ve bu büyük sorunların sebebi ben olacağım. Yani onu kendimden uzak tutmam gerek.

O gün Deiji'yi ablasına bıraktıktan ve olanları anlattıktan sonra bir daha genç kızla görüşmemişti. Ama ona veda etmesi gerekiyordu. Vedasız bir gidişi hakedecek kadar da kötü bir adam değildi.

Telefon çalmaya başladığında derin bir nefes aldı.

Heyecanlıydı, tıpkı çiçek açmaya hazırlanan kiraz ağaçları gibi.

"Sung Gyu?" Aşık olduğu ses kulaklarına dolduğunda bir süre konuşamadı. Sessizliği bozan Deiji oldu. "Sung Gyu-ah?"

"Ah, üzgünüm." dedi Sung Gyu. "Benim seninle konuşmam gereken bir konu var." Veda etmem gereken...

"Şu an biraz meşgulüm aslında." Sung Gyu'nun kulağına ulaşan tabak çatal seslerine bakılırsa genç kız hala işteydi.

"Akşam iş çıkışı seni almaya gelsem, olur mu?"

"Akşam -evet, hemen hazırlıyorum- akşam uygun. Şimdi kapatmam gerek, görüşürüz."

Yüzüne kapatılan telefonu sakince yere koydu.

Onun hayatından çoktan gitmişim.

※※※

Yena evine geldiği gibi kendisini yumuşak koltuğunun üstüne atmıştı.

Kahrolası savaşta tek başına mücadele vermeyeceği için çok mutluydu. Açıkçası Sung Gyu'yu ikna etmenin bu kadar kolay olmayacağını düşünüyordu. Sonuçta o bir zamanlar ünlüydü ve kararlarını alırken en ince ayrıntısına kadar düşünmesi gerekiyordu. Şimdi ise hayatında ilk defa gördüğü birisinden aldığı teklifi anında kabul etmişti. Ya da sorgulamak istemişti ama bulunduğu içler acısı durumdan kurtulmak için o kadar ayrıntıya girmemişti. Aklındaki soruların cevabını bir gün nasılsa alırdı.

"Gerçekten de kaçık bir idolsün, Sung Gyu. Lanet olasıca tatlı bir kaçık." Yüzünde oluşan gülümsemenin farkında değildi. "Ah, fazla Amerikan dizisi izlemişim sanırım."

Hafif bir uyku bastırdığın bir an yumuşak koltuğunda uyumayı düşündü ama sonrasında çekeceği bel ve boyun ağrılarını hiç mi hiç istemiyordu. Zorlukla da olsa doğruldu ve pencerenin yanına gidip bir süre orada dikildi. Gözü, sokak lambasının altıyla tam karşısındaki Sung Gyu'nun dairesi arasında gidip geliyordu. Belki de bir şeylerin düzelmesine çok az kalmıştı. Tüm bunların yanında, Sung Gyu'yu da bu bilinmezliğe dahil ettiği için çok için üzgündü.

Saçının tek bir teline bile zarar gelmesini istemiyorum, Kaçık Idol.

Son kez Sung Gyu'nun dairesine baktıktan sonra perdeyi dikkatli bir şekilde çekti. Korktuğu için her uyumaya gidişinde perdeleri kapatırdı. Alışkanlık haline gelmişti.

Arkasına döndüğünde bir bedenle burun buruna geldi. Sonrasında içini kavuran o yanık kokusunu duydu.

Geri adım atmaya ya da koşarak uzaklaşmaya korkuyordu.

"Binaya git, ölümlü!" diye kükredi siyah hayalet. Ardından bir robot gibi kolunu kaldırıp binayı işaret etti.

"Lanet olsun!" deyip bir adım geri çekildi genç kız. Hayaletin eriyen diline daha fazla bakmak istemiyordu. Aksi takdirde evinin her köşesi kusmukla dolacaktı.

"Özgürlük, ölümlü. Özgürlük istiyorum!"

Ve ardında buruk bir yanık kokusu bırakarak yok oldu. Genç kız ise titreyen elleriyle tekrar perdeyi açtı.

Biraz önce güneş yüzünden bakılamayan gökyüzü, bulutlarla kaplanmıştı. Sanırsa yağmur yağacaktı. Bulutlardan önce kendi gözyaşlarının akmasına izin verdi.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin