-1.5

126 21 5
                                    

1 hafta sonra,

Gece olduğu için zaten karanlık olan gökyüzünü kara bir bulut kümesi yavaşça örterken, genç kızın balkonunda oturan Sung Gyu ve Yena dizüstü bilgisayardan araştırma yapıyorlardı. Artık günlerinin büyük bir kısmını, bu balkonda oturup araştırma yaparak geçiriyorlardı. Bunun hakkında ikisi de şikayetçi değillerdi, sonuçta bu vesileyle günün çoğu saatinde beraber olabiliyorlardı. Bazen Min de onlara katılıyordu. İşinden artakalan zamanlarda bu tatlı çiftle beraber olmak, onlarla araştırma yapmak hoşuna gidiyordu.

Sung Gyu ağabeyine Yena ile aralarındaki ilişkiyi açıkladığında, Min çok mutlu olmuştu. O adının Deiji olduğunu bildiği kızı zaten en başından beri sevmiyordu. Sung Gyu'nun başına gelen her şeyin, onun eseri olduğunu düşünüyordu çünkü. Fakat Sung Gyu bu konuda hâlâ ilk günkü gibi ısrarcıydı: Tüm bu olayların içindeki en masum insan Deiji'ydi. Onu suçlamak evi dağıttı diye küçük bir çocuğa kızmak kadar saçmaydı.

"Neden bu konuda hiçbir şey bulamıyoruz?" diye mızmızlandı Sung Gyu bilgisayarın ekranını gösterirken. Güneş batmadan önce oturdukları balkona soğuk bir hava hakimdi. Saat neredeyse ona yaklaşıyordu ve küçük gözleri her geçen saniye daha da ağırlaşıyordu. Onları kapatmamak için büyük bir savaş veriyordu adeta.

"Büyük ihtimal gazetecilerin çok da üstünde durmak istediği bir olay değildi." diye cevapladı Yena genç adamın sorusunu. Bilgisayarı dizlerinden çekip yan tarafındaki boşluğa koydu. Kaç saattir bu pozisyonda oturuyordu bir fikri yoktu fakat dizleri oldukça ağrımıştı. Bacaklarını aşağı sallandırıp acının bedenini daha fazla sarmasına izin verirken yüzünü buruşturdu.

"Yine de herhangi bir gazetede, en azından Seosan'ın bölgesel gazetesinde bununla ilgili bir yazı olmalı." dedi Sung Gyu ellerini yüzüne sürerken. Sesi bu yüzden biraz garip çıkmıştı.

"Olay 1993 yılında, Güney Kore'nin pek de ilgi görmeyen bir şehrinde gerçekleşti Sung Gyu. Durum böyleyken, eğer bir gazeteci olsaydım ben de zamanımı burada harcamak istemezdim." diye karşılık verdi Yena kollarını göğsünün üzerinde birleştirdikten sonra. Sung Gyu'nun bu teklifini neden kabul etmişti aklı almıyordu doğrusu. Genç adamın gülümsemesini görünce aklı başından gidiyordu.

Bakışlarını gece yağmurun yağacağını belli eden gökyüzünden çekip, uykusuzluktan zar zor gözlerini açık tutan adama baktı. Yüzüne hiçbir şey bulamamanın hüznü hakimdi.

Sesinin şefkatli olmasına özen vererek konuşmasını sürdürdü. "Üzülme, yarın gazete bürosuna gideriz. Eminim ki bir şeyler buluruz, huh?"

Sol eliyle, Sung Gyu'nun dizlerinin üstünde umarsızca duran elini tutup güven verircesine sıktı. Bu olayı neden bu kadar kafasına takıyordu anlamış değildi. Kendisine yaklaşık iki yıldır gerçeği bulmasıyla ilgili talepler yağmasına rağmen, bir kere olsun dönüp arkasına bakmamış, her seferinde kaçmıştı.

Fakat kaçan kovalanır diye bir söz vardı. Ve o kovalanırken yanlışlıkla Sung Gyu'ya çarpmış, yakalanmıştı.

"Pekâla, Yena." dedi Sung Gyu ayağa kalkmaya yeltenirken. Eli hâlâ genç kızını elini kavramakta olduğundan Yena da onunla beraber ayağa kalkmıştı. Sol bileğindeki saate bakıp saatin on olduğunu gördüğünde, esneyerek kolunu geri indirdi. Feci şekilde uykusu vardı. Gözlerini kısarak Yena'ya çevirdi bakışlarını. "Ben uyumaya gidiyorum, sanırım dayanamayacağım." dedi.

"Pekâla, kapıya kadar sana eşlik edeyim."

Sung Gyu elini genç kızın yumuşak elinden ayırıp gülümsedi. "Gerek yok, zaten şuraya gideceğim. Uyumadan önce pencereden sana el sallarım." Karşı binadaki evini gösterirken söylemişti bunları.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin