-the end

234 22 68
                                        

Hayat, kazananı veya kaybedeni olmayan bir oyundur.

Tam kazanıyorum dediğiniz anda kendinizi yere çakılmış bir şekilde bulabilirsiniz. Veyahut tam kaybettim deyip pes ettiğiniz anda zirveye çıkabilirsiniz.

Çünkü her yükselişin bir çöküşü, her gecenin ardında da bir gündüz vardır.

Ve aynı zamanda umut, asla kaybolmayan tek duygudur.

Kahkahaların duvarları yıkayıp, üzüntüleri yapısından arındırdığı gün sonunda gelmişti.

O kadar uzun zamandır bu günü bekliyorlarmış gibi görünüyorlardı ki, dışarıdan onlara bakanlar dönüp bir daha bakma ihtiyacı hissediyorlardı. Tamam, bu bakışların sebebi çoğunlukla bir zamanlar ünlü bir grup olmaları olabilirdi; ama attıkları kahkahalar ve mutlulukları da dikkatleri üzerlerine çeken diğer nedenlerdi. Bir yıldır kimse sokağın tatlı çocuğunu, Sungjong'u, bu kadar mutlu görme fırsatını yakalayamamıştı. Genellikle nezaketten gülümserdi fakat bu seferki gülüşünün çok farklı olduğunu onu tanımayan bir insan bile anlayabilirdi.

"Bize kafenin kapılarını açtığın için teşekkür ederiz Sungjong-ah. Bu kadar kişi başka yere sığamazdık herhalde." Myungsoo'nun nişanlısı gülerek konuştuğunda, elleri onun beyaz ellerine kenetli olan Myungsoo da kafasını sallayarak nişanlısını onayladı.

"Kesinlikle haklısın, Chae Ri. Eğer başka bir kafede toplanmış olsaydık bizi gürültüden dolayı dışarı atarlardı."

Dongwoo kendini tutamayıp kahkahalarla güldü. "Düşünsenize, bir zamanlar ağırlamak için can atacakları bir grubu kafelerinden atıyorlar. Ne komik olurdu ama."

"İşiniz gücünüz laf kalabalığı yapmak. Hadi kalkın, yapacak bir sürü işimiz var." Sung Gyu kaşlarını çatıp dudaklarından dökülen kelimeleri onaylamak istercesine başını salladı. Şimdi tüm dikkat onun üzerindeydi ve bunu özlediğini fark etmişti. Bir süre şaşkınlık içinde onu izleyen suratlara tek tek baktı. Ardından dudaklarını daha fazla ısırırsa kanatacağını zannettiğinden, şen kahkahasının şirin kafenin duvarlarında yankılanmasana izin verdi. "Tanrım, şaka yapıyorum."

Sungyeol gülerken yalancıktan mızmızlandı. "Hyung, bizi korkutuyorsun."

"Emir veren ses tonumun sizde hâlâ aynı etkiyi bıraktığını görmek hoşuma gidiyor. Bir an Hoya'nın kalkıp dans pratiği yapmaya başlayacağını bile sandım. Ah, tıpkı benim gibi siz de o günleri özlüyor olmalısınız." Sung Gyu tam duygusal bir moda girip başını hüzünlü bir şekilde eğecekken, Woo Hyun konuştu.

"Yo, özlemedik." Ses tonundan şirinlik akıyordu. "Neden senin bize işkence yaptığın günleri özleyelim ki?"

"Ya, cidden!" Sung Gyu sinirle bağırdığında, herkes tekrardan kahkahalarla gülmeye başlamıştı.

Sung Gyu önündeki tabaktan bir lokma pasta alıp ağzına atarken, çatılan kaşlarının aksine oldukça mutlu hissediyordu. Her ne kadar bir arada olabilmeleri mutluluğunun en büyük sebebi olsa da, artık onu rahatsız eden hayaletleri görmemesi de fazlasıyla sevindiriciydi. Neredeyse her şey yoluna girmişti. Infinite üyeleri ile olan dostluğu tıpkı eskisi gibiydi; kimse onu suçlamıyordu. Hatta fırsat buldukça biraz önce de olduğu gibi dağılmalarıyla dalga bile geçiyorlardı. Öte yandan annesiyle konuşmuştu. Evet, yaşlı kadın onun hiçbir açıklama yapmadan bir anda gitmesine kırgındı; yine de evladını affetmişti. Ne kadar küs kalabilirdi ki zaten? Anne yüreği dayanamazdı ki...

Annesinin tatlı gülümsemesi gözlerinin önüne geldiğinde dudaklarının kıvrılmasına engel olamadı. Onu öyle çok seviyor ve barışmış olmalarına rağmen öyle çok özlüyordu ki, kelimeler yetersiz kalırdı anlatmaya. Annesinin hakkını asla ödeyemezdi.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin