-1.9

113 18 20
                                    

Sungjong o toz pembe kapıyı ağlayarak kapatıp, kafeden uzaklaştığından beri, kimse tek kelime edememişti. Hepsi kendisini kötü hissediyordu ve yanlış yaptıklarının da farkındaydılar. Hoya, yine ve yine kendisini tutamamış, yok yere gözünde hâlâ küçücük bir çocuk olan Sungjong’u üzmüştü. Daha önce de defalarca kırdığı gençten bugün özür dileyebilirdi fakat bu şansını çoktan kaybetmişti. Üstüne üstlük suçlu olmayan tek kişi Sungjong iken, orada özür dileyen tek kişi de bu genç olmuştu.

“Ne yapacağız?” Sungyeol’ün savunmasız sesi şirin kafeyi doldurduğunda, Woo Hyun onlarla alay edercesine başını sağa sola salladı.

“Sence ne yapmalıyız, Ho Won?” Dong Woo yüzüne ciddi olduğunu düşündüğü bir ifade takınıp genç adama baktı. Ağabeylik rolü yapmaya biraz geç kalmış olsa da, Hoya’nın kendisine gelmesini sağlayacak kadar sertti ses tonu.

“Berbat hissediyorum.” Sungyeol’ün çaresizce söylediği kelimeler tekrar kafeye hakim olduğunda, Myungsoo sonunda sessizliğini bozup konuştu.

“Hyung sakin ol. Eminim ki Sungjong bizi affedecektir.”

“Sizi affedebilir fakat beni asla affetmeyecek.” Hoya, titreyen dudaklarından da anlaşılacağı üzere neredeyse ağlayacaktı.

Uzun zamandır saçlarını boyatmaya zaman bulamayan sarı saçlı genç, hepsine rahatsız olmalarını sağlayan birer bakış attıktan sonra, kahverengi ahşap masaya çevirdi çekik gözlerini. Derin bir nefes alıp, “Neden işleri daha da zorlaştırıyorsunuz?” diye sordu. Masanın üzerindeki desenlere boş boş bakarken, ruhsuz bir insan gibi görünüyordu Woo Hyun.

“Ben böyle olsun istemedim.” dedi Hoya. Sungjong’u ağlarken gördüğünden beri zaten asık olan suratı daha da asılmıştı. Suçluluk duygusu kalbini kızgın ateşte kavuruyordu.

Dong Woo ellerini çenesinin altında birleştirip sordu. “Hâlâ her şeyin Sung Gyu hyungun suçu olduğunu mu düşünüyorsunuz?”

“O olmasaydı grubumuz dağılmayacaktı, hyung.” Myungsoo bu kadar şey olmasına rağmen hâlâ durumun ciddiyetini anlayabilmiş değildi. Yoksa söylediklerinin mantıklı bir açıklaması olamazdı.

“Bunun Sung Gyu hyungla bir alakası yok, Myungsoo.” dedi Woo Hyun, kaşlarını çatmış bir şekilde insanı rahatsız eden bakışlarını onun yüzüne dikerken. “Biz 6 kişi de yolumuza devam edebilirdik fakat bunu başaramayacak kadar beceriksizdik. Grubumuzun sonunu hep beraber getirdik, Myungsoo. Sen her şeye olumsuz bakan küçük bir çocuk gibi davranıyordun. Dong Woo hyung ise eski neşesini kaybetmişti ve sürekli suratını asıyordu. Öte yandan Sungyeol daha da çekilmez bir hâl almıştı; bense ruhsuz bir insan gibi davranıp sizinle hiç ilgilenmiyordum. Son olarak Hoya, korkuları yüzünden bize lider olmayı başaramamıştı. Sürekli huysuz ve asabiydi, şimdiki gibi. Durum böyleyken, grubun tüm sorumluluğunu en küçüğümüz olmasına rağmen Sungjong almaya çalıştı. Bizi bir arada tutmak için elinden geleni yaptı ama biz ne yaptık? Onu yüz üstü bıraktık. Şimdi hiç kimse ortaya atlayıp da her şey Sung Gyu’nun suçu demesin. Ona bir kez olsun ulaşmayı ve onu dinlemeyi denedik mi? Hayır. Bu yüzden, gerçekler tüm çıplaklığı ile ortadayken kimse kendisini haklı çıkarmaya çalışmasın.”

Woo Hyun sonunda zihnini bir fare gibi kemiren düşünceleri kelimelere döktüğünde, fazlasıyla rahatlamıştı. Nedense hazırlanıp yola çıkmadan hemen önce böyle bir durumla karşılacağını tahmin etmiş ve babasının arabasını sürerken bunun için bir konuşma hazırlamıştı. Woo Hyun, onları sandıklarından daha iyi tanıyordu.

“Gerçeklerle de yüzleştik, şimdi ne yapacağız?” Myungsoo ellerini iki yana açmış, dalga geçercesine Woo Hyun’a bakıyordu.

“Ah, şu çocuk cidden...” Sungyeol yumruk yaptığı elini havaya kaldırıp bir şey yapmadan geriye indirdi.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin