-2.1

126 15 30
                                    

2 Temmuz 2018.

Ay giderek saydamlaşıp yerini güneşin güçlü ışınlarına bırakırken, Seul uzun zamandan sonra bulutsuz bir havayla karşı karşıyaydı. İnsanlar güneşli havayı görünce âdeta sokaklara dökülmüştü. Sung Gyu onların aralarından sıyrılmak için fazlasıyla uğraşmasına rağmen her seferinde kendisini kalabalığın tam ortasında buluyordu. Sanki, tıpkı eski günlerde olduğu gibi, kalabalık onu çağırıyordu. Gel, diyorlardı, gel ve bize kim olduğunu göster.

Uzun zamandır güneş görmeyen cildi ise, ince tişörtünün altına kadar işleyen güneş ışınları yüzünden yanıyordu. Siyah Adam’ın yanındayken hissettiğinden çok farklıydı bu tenindeki yanma hissi. O yanında olduğu zaman ölüyormuş gibi hissederdi ama şu an, yaşadığının farkına varmıştı. Sanırsa bu, yanma hissinin suni olmayışıyla alakalıydı.

Öte yandan, hayat ne olursa olsun devam ediyordu ve hâlâ bir umut vardı. Bunu tepenizdeki güneş bile size hatırlatabilirdi. Çünkü o, bir yaratılışın simgesiydi. Dünya tersine dönmediği sürece -ki Sung Gyu çoktan tersine döndüğünü düşünüyordu- her karanlık gecenin ardından güneş doğmaya devam edecekti.

Bu hayatın, mutlu olmak için mutsuz olmayı öğrenmen gerek deyişi olmalıydı.

Sung Gyu, aklında dolaşan birbirinden farklı onlarca düşüncenin eşliğinde yürürken Sungjong’un kafesine yaklaştığını ancak fark edebilmişti. O kadar uzun süredir yürüyordu ki artık bacakları ağrımaya başlamıştı. Son bir aydır yürüdüğü mesafeleri gün gün hesaplayacak olsa, en fazlası bugüne ait olurdu. Bundan emindi.

Sonunda kafenin dibine varabildiğinde, merdivenlerden çıkıp içeriye girmeden hemen önce duraklayıp soluklandı. Bu hâli ona, her iki adımda bir soluklanan büyükbabasını hatırlatmıştı.

Gerçekten de yaşlandım, diye düşünüp kendi kendine güldü. Bu faaliyeti son zamanlarda fazlasıyla yapmaya başlamıştı. Sürekli aklına bir şeyler geliyordu ve nedense zihnine misafir olan her şey komikti. Mesela geçen günlerde, küçükken mahallenin kabadayısı Se Bum tarafından ilk dayak yiyişini hatırlamıştı. Ve bu onu kızdırmak yerine güldürmüştü. Merak ediyordu, acaba Se Bum şu an ne yapıyordu? Hâlâ sokakta adam dövmeye devam mı ediyordu yoksa okuyup bir meslek sahibi olmuş muydu? Onu en son ortaokuldayken görmüştü ve o zamanlar dersleri pek iyi sayılmazdı. Yaşına bakmaksızın kendinden büyük veya küçük, hiç farketmez, bütün kızlara asılmak ile meşguldü. Ödevlerini okulun sessiz ve savunmasız çocuklarına yaptırırdı. Durum böyleyken şu an iyi bir yerde olmasını beklemiyordu açıkçası.

Beyni kısa sürede yine çok fazla düşünce üretmeye başladığı sırada Sung Gyu onu durdurdu. Evde olsa sorun olmazdı fakat dışarıdayken, özellikle de toplum içindeyken bir şeyler düşünmek istemiyordu. Bazen duygularını yüzüne vuruyordu ve bu insanların dikkatlerini üzerine çekiyordu. Oysaki onun istediği ilgi odağı olmamak, hatta mümkünse görünmez olmaktı.

Evet, Sung Gyu’nun istediği tam olarak buydu.

Aklına, dün gece tam uykuya dalacağı sırada Sungjong’un attığı mesaj gelince yüzünü buruşturdu.

youngestjong: Hyung yarın kesinlikle kafeme gelmelisin. Bak şimdiden söylüyorum, eğer gelmezsen kendini ölmüş bil! (22:17)

Yüzünde endişe kırıntıları boy göstermeye başladığı sırada, daha fazla merakta kalmamak amacıyla merdivenleri tırmanmaya başladı.

Buraya gelmek için 9 otobüsüne yetişmesi gerekmişti. Bu da demek oluyordu ki sırf Sungjong için -tamam, belki biraz da merakı yüzünden- erken kalkmıştı.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin