-2.3

109 17 23
                                    

Herkesin hayatında bir dönüm noktası olmuştur.

Aşık olmak, evlenmek, iş sahibi olmak, birini kaybetmek, cinayet işlemek, üniversiteyi kazanmak ya da iş sahibi olmak, hayatınızı kökten değiştiren şeylerden sadece birkaçıdır.

Bazen iki dakikalığına gözlerinizi kapatmanız veyahut derin bir nefes almanız bile sizi büyük bir değişikliğe davet edebilir. Ve siz, daha ne olduğunu anlayamadan ayaklarınızın kontrolünüzden çıkmış bir şekilde uçuruma yürümesine izin verirsiniz. Her şeyin farkına, sadece yere çakıldığınızda ve başınızdan oluk oluk kan akmaya başladığında varırsınız.

Avuçlarınızdan parmak uçlarınıza kadar ürperirsiniz ve o an elinizden hiçbir şey gelmez.

Küçük bir çocuk gibi savunmasız, bir aptal gibi zavallasınızdır.

Ve öldükten sonra, sizden geriye kalan hiçbir şey sonsuza dek hatırlanmaz.

Acılarınız ve hayal kırıklarınız bile, unutulmaya mahkumdur.

Sung Gyu'nun boğazına, Seul'ün biraz dışında kalan adresi gördüğü ilk andan beri bir yumru oturmuştu. Oraya nasıl gideceğini açıkçası bilmiyordu. Hem Seul'ün yollarına olan yabancılığından hem de nelerle karşılaşacağından emin olmadığından, ayaklarını hareket ettirmekten çekiniyordu. Ve itiraf etmesi gerekirse, dolan gözleriyle -iyice bozuk bir musluğa benzemişti- kafenin o meşhur toz pembe kapısının birkaç metre uzağında dikilirken çok salak görünüyor olmalıydı.

Birkaç dakika daha sessizce orada dikildikten sonra, geçen en ufak bir saniyenin bile zararına olduğunu hatırlayabilmişti. Terleyen ellerini pantolonuna silip, bakışlarını uzun zamandır bakıp bakıp bir şeyler düşündüğü gökyüzünden çekti.

Masmavi gökyüzünün aksine, neden hayatı büyük, karanlık bir lekeyle kaplıydı ki?

"Hyung!" Dong Woo'nun endişeli sesini duyduğunda, omzunun üstünden koşarak ona yaklaşmaya çalışan genç adama baktı. Dong Woo elindeki anahtarları Sung Gyu'ya uzatıp nefes nefese konuşmaya başladığı sırada bedenini ona doğru çevirdi. "Şuradaki benim arabam. İstersen onunla gidebilirsin."

"Peki sen evine nasıl döneceksin?" Kendi kontrolünün dışında dudaklarından dökülen soru üzerine Dong Woo kaşlarını çattı.

"Evime döneceğimi kim söylemiş? Seninle geleceğim."

Sung Gyu, Dong Woo'nun söyledikleri üzerine huzursuzlandığını belli etmek istercesine boğazını temizledi. "Oradan nasıl çıktığım hakkında hiçbir fikrim yok fakat fazla abartmış olmalıyım." Gerçekten de öyle yapmıştı. Grupta bulunduğu süre boyunca karşı karşıya kaldığı tek bir zor durumda bile sesi titremeyen adamın, vücudu dahi titremişti bu sefer. Durum böyleyken Dong Woo'nun onunla gelmek istemesi beklenmedik bir şey değildi. Aniden başını esir alan ağrıyı umursamayıp konuşmaya devam etti. "Sadece önemsiz, küçük bir mesajdı, Dong Woo. Hem gideceğim yer fazla uzakta değil, bir taksiye atlayıp gidebilirim."

Dong Woo, ağabeyinin kendisine daha önce hiç yalan söylemediğini bildiği için kısa süreliğine afallamış bir şekilde Sung Gyu'nun suratına baksa da, sonunda toparlanabildiğinde aklındakileri kelimelere döktü. "İyi bir yalancı değilsin, hyung." Sol elini boynuna götürüp alt dudağını dişlerinin arasına aldı. "Sungjong mesajın Deiji'den geldiğini söyledi. Ve bana sorarsan, içinde ölebilirim kelimesi geçen hiçbir mesaj önemsiz değildir."

Sung Gyu'nun kaşları istemsizce çatılmıştı.

Ah, bunu tahmin etmeliydi. Sungjong onun neredeyse dibinde otururken mesajları görmemiş olması imkansızdı. Oflayarak nefesini dışarı verdi ve elini yumruk yapıp kafasına vurdu. Zaten zonklamakta olan başı, öylesine kafasına geçirdiği yumruğu yüzünden daha da ağrımaya başladığında, küçük gözlerini kısıp suratını buruşturdu.

00:01 // kim sunggyuHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin