Karnımda kendini belli etmekten hiç utanmayan o sancı yavaş yavaş ama büyük bir kararlılıkları yukarı doğru tırmanmış kalbimde patlamak yerine bu kez onu yakmıştı. O yangından savrulan kıvılcımlardan biri yanaklarıma sıçradığında ellerimle onların üzerine kapatmamak için zor tutmuştum kendimi. Kendimi yutkunmak için zorladım ama iri gözlerini gözlerimden ayırmadan beni izliyor oluşu boğazımı kurutmuş ve bana yutkunma imkanı vermeyen yabancı his orada öylece yuvalanmıştı.
Kalp atışlarım en son iki sene önce mesleğe yeni başladığım zamanlarda yakalamak üzere olduğumuz bir katile silahımı doğrulttuğumda bu kadar hızlıydı. Masanın altına Jungkook görmesin diye sakladığım ellerim o silahı tutarken titrediği kadar titriyordu hatta.
Önce anahtar olayı şimdi de kurduğu bu cümle... Onu yanlış anlamaya başlayacaktım gerçekten. Anlamalı mıydım?
Üç kelimeden oluşan basit bir cümleydi kurduğu ama üzerimdeki etkilerine baktığımda öyle düşünemiyordum. Kelimeler... Bazen gerçekten çok güçlü oluyorlardı.
Sanki beynimin yerine böbreklerim konumlandırılmış gibi çişim geldi bir anda. Tae ile alay ettiğim günlerin acısı çıkıyordu sanırım. Öyle ki bana "hyung" demediği için ona kızmayı akıl edememiştim bile.
Üzerimde gezdirmekten hiç çekinmediği bakışlarını söylediğini yeni idrak etmiş gibi şaşkınca büyüterek gözlerime sabitlediğinde bu sevimli haline gülmemek için yanaklarımın içini dişlemiştim. Sahiden o az önce ne demişti öyle?
Yutkunup birden ayağa kalkınca zaten onda olan bakışlarımla hareketlerini takip etmiştim. Bir eli önce ensesine gitmiş sonra da boğazına doğru yol almıştı. Utandığı her an yaptığı gibi boynunu kaşıyarak yere bakmaya başladığında fırsat bulup bu haline gülümsedim. Ne de olsa görmeyecekti.
"Yani hyung diyecektim"
Titremeyen ama zayıf ve ürkek sesiyle konuştuğunda hala bana bakmıyordu. Bense gülümsememi yüzümden silememiştim. Böyle utanması o kadar hoşuma gidiyordu ki belki de en çok özleyeceğim özelliği bu olurdu geri döndüğümde.
"Yani Jimin hyung diyecektim. Gitmeni şey ben istemiyorum. Yani gitmenizi diyecektim aslında. Yoongi hyung ve Taehyung hyungu da çok benimsedim birden. O yüzden"
Onu kesinlikle yanlış anlamalıydım. Kıkırdadım.
"Ben de gitmek istemiyorum Jungkook"
"Ah öyle mi? Ne güzel. Şey ben bence gidip hmm yatağımı düzelteyim ha ne dersin?"
Yeterince tuhaf olan bu durumu daha da tuhaflaştıran hareketleri içimi gıdıklıyordu. Bana değer veren üçüncü bir kişi hayatımda diye mutluydum. Her ne kadar ertesi gün gidecek olsak da gerçekten beklediğimin aksine buradan tatlı ve tuhaf anılarla ayrılıyordum.
Jungkook geriye dönüp de baktığımda belki de bu şehirde beni gülümseten tek anı olarak hatırlatacaktı kendini bana. Zaten onu ve hareketlerini kolay bir şekilde unutabileceğimi sanmıyordum. Daha şimdiden gülüşleri, utangaç halleri, çocuksu heyecanı ve bakışları tarafımdan benimsenmişti.
Eğer bağımlı olmam gereken birini seçmem istenseydi sanırım hakkımı bu çocuktan yana kullanırdım. Zira gülüşleri bana zararlı bir bağımlılıkmış gibi gelmiyordu.
"Ah tamam." Demiştim doğal tutmaya çalıştığım tuhaf sesimle. "Ben de beni hiç merak etmeyen hayırlı arkadaşlarımı ararım bu arada."
Hala ısrarla kaldırmağı başını aşağı yukarı sallamıştı. O, mutfaktan çıkarken ben de gidip biraz önce astığım portmantodan montumu aldım. Cebimden telefonumu çıkarıp ekranını açtığımdaysa yaklaşık on tane cevapsız çağrı ve bir o kadar da mesaj bildirimiyle karşılaşmıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Give Me Love ° Jikook
FanfictionO zeytin gözler, ailemdi benim. Beni onların muhteşem dünyasıyla tanıştıran biricik dostum Gözde'ye -@jikookbtsx- ithaftır. 💜 07.01.2017 - 09.03.2017