EN SONDAKİ AÇIKLAMAYI LÜTFEN OKUYUN.
Hani bazen olur ya birisi sana bir şey sorar. Aslında sorduğu şeyi anlarsın fakat ne cevap vereceğini, hangi kelimeleri kullanacağını bilmezsin. Öylece sap gibi durursun. Hah işte şuan tam da öyleydim. Ne beynimde bu soruyu cevaplayacak bir kelime ne de bu soruyu algılayacak bir his vardı. John Locke'un dediği gibi tam bir tabula rasa (boş levha) ydım.
Adımlarım ve hareketlerim bu dediğiyle durmuştu. Ya cevap verip gidecektim ya da cevap vermeden gidecektim. Aslında benim için ikincisi daha mantıklı fakat benim için mantıklı gelen şeyin onun için salakça olduğuna eminim. Derin bir nefes aldım. Bu, algılarımı ve hislerimi çalıştırmaya yetmişti.
Arkamı döndüğümde onun hâlâ gökyüzüne baktığını gördüm. Hafif esen rüzgar saçlarını savuruyor ve önündeki saçlarının alnına düşmesini sağlıyordu. Belki de ilk kez böyle durup izlemek istedim. Onu ve yaptıklarını.
Hafif hafif esen rüzgârdan başka bir ses yoktu. Ne ben ne o. Sadece rüzgârın uğultusu konuşuyordu. Yüzüme her çarptığında beni kendime getiriyordu fakat bu bir iki saniye sürüyordu. Tekrar eski konumuma yani onu izlemeye devam ediyordum. Ona her baktığımda düşündüm. İki yıl arayla acı yaşamış ve bu yüzden tekrar acı yaşamak korkusuyla bağlanmaktan korkan bir adam. Aciz ve bitkin bir adam.
Yüzüme vuran rüzgâr sertleşince irkildim. Bu irkilme bir şeyleri anlamama sebep olmuştu. O, bana bakıyordu. Cidden o kadar dalmış mıydım? Ne zamandır bakıyordu? Bir dakika, iki dakika ya da daha fazla. Ah Mihrima neden böyle oldun sen?
Bu kez ben gözlerimi gökyüzüne çevirdim. Gökyüzünün karanlığı onun gözlerinden daha aydınlıktı. Çünkü gökyüzünde bir ay vardı fakat onun gözlerinde sadece zifirilik vardı.
Bu durumunda beni kurtarmayacağını anlayarak gökyüzünden aldım gözlerimi. Belirsizlik ne kadar da kötü bir şey.
" Soruma hâlâ cevap vermedin ya da veremedin." diyerek bu ortamı bozdu. Bu adam üzülse de acı çekse de kendinden taviz vermiyordu.
"Neden bana sordunuz?" diyerek baştan beri içimdekini dışarı döktüm. Aslında bir nevi rahatlamıştım.
"Burada senden başka birisi mi var?" dedi ve etrafını gösterdi. Bir an da bozmuştu ortamı.
"Yok da... Yani..." diyerek sustum. Evet benden başka kimse yoktu.
"Nasıl bir cevap verme mi istiyor sunuz?" dedim ve cevap hakkını ona verdim.
"Ben sana sordum. Eğer cevabını ben vereceksem neden başkasına sorayım ki?"
Evet bu kez sonuna kadar haklıydı. Daha doğrusu birçok kez. Derin bir nefes aldım. Sadece doğaçla Mihrima.
" Hayat hâlâ devam ediyor ve hayat bize bazı şeyleri sunuyor. Yaşaman için çalışman gerekiyor, bilmen için öğrenmen gerekiyor ve bağlanman için sevmen gerekiyor. Nasıl çalışmadan duramıyorsan sevmeden de yaşayamazsın." dedim ve sustum. Bence iyi bir açıklamaydı. Tebrikler Mihrima.
Bilmem kaç zamandır duran adımlarımı hareketlendirdim. Yeterdi değil mi.
"Umarım sorunun cevabını verebilmişimdir." dedim ve içeri girdim. İçerideki sıcak yüzüme vurunca dışarıda buz kestiğimi anladım. Sahi çok soğuktu fakat ben soğuğu algılayamamıştım. ' çünkü algılaman gereken daha farklı şeyler vardı' dedi iç sesim.
Belki de. Belki de soğuk algılarımın ikinci sırasındaydı.
"Mihrima!" diyen sese döndüm. Firdevs abla hazırlanmış karşımda dikiliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZORAKİ HİZMETÇİ
Spiritual© Telif hakkı yazara aittir. "Neden ismin Mihrimah değilde Mihrima?" Bu sorduğu soruyla birlikte kafamı sağ tarafa çevirdim. Şaşırmıştım açıkçası. Hele de bu Melih olunca normaldi yani. Ben ona o da karanlığın hüküm sürdüğü, sadece ayın varlığını gö...