"Dedim bu DÜNYA ne garip bir HAN'dır...Dedi,sabret İMTİHANDIR..."
Pişmanlık; bu şey insanın oluşumundan beri süregelen bir duygudur. Kabil'in, Habil'i öldürüp daha sonra yaptıklarına üzülmesiyle başladı bu duygu. Geri dönüşü olmayan bir pişmanlık...O, yaptığına pişman oldu ama iş işten geçmişti artık. İşte biz de o zamandan bu zamana gelen duyguyu sürdürüyoruz. Hayatta birçok yaptığımız şeye pişmanlık duyarız. Kimimiz bir yılda, kimimiz bir ayda, kimimiz ise bir anda...En kötüsü de ne biliyor musunuz? Geri dönüşü olmayan pişmanlık, 'beni affet,özür dilerim' diyemeyeceğiniz bir pişmanlık.
Ben şuan, bir anda pişmanlık duyanlardanım. Melih'e söylediğim sözler için bu pişmanlık. Ben onun müslümanlığına laf etmiştim. Kimbilir belki de o müslümanlığını benden daha iyi yapıyor. Onunla Rabbim arasında olan bir şeye ben neden laf söyledim ki.
Keşke demek istemiyorum. Çünkü bu kelimeyi sevmiyorum. Keşke demek, pişmanlık duygusunu kelimlerle dışarı dökmek bir nevi. Keşke demek, iblisin oyununa gelip geri kalanlarıyla seni baş başa bırakmak. Ah ne diye öyle konuştun be Mihrima.
Şuan kendime o kadar çok kızıyorum ki. Özür dilemeliyim veya hellallik istemeliyim. Ama nasıl?
Oradan çıktığımdan beri kendimi ve düşüncelerimi dinliyorum. Belki o üzülmedi dediklerime hatta takmadı bile. Ama bu benim ona söylediğim sözleri ve sözlerimle onu yargıladığımı değiştirmez.
On dakikadır dışarıda söylediğim sözler ve pişmanlığımla boğuşuyordum. Daha doğrusu dışarıda on dakikadır beklememin sebebi eve nasıl gideceğim diye. Şoför ortada yok. E bu saatte de taksiye binmek biraz ürkütücü benim için. Tek başıma kız başıma hem de.
Firdevs ablayı arasam bana yardımcı olur muydu acaba?
Yok ne gerek var bu saatte kadını rahatsız etmeye. Af ya ben bu huyumdan nefret ediyorum. Tek bir şey yapamama huyumdan. Küçükken de markete gideceksem eğer yanımda birini götürürdüm. Tek başıma giremezdim markete. Ne bileyim utanırdım. Bu da böyle bir Mihrima işte.
Arkamdan birinin seslenmesiyle düşüncelerimden sıyrıldım. Bu, Ali dedeydi.
"Kızım sen hâlâ gitmedin mi?"
"Şey Ali dede. Şoföre baktımda yok. Taksi...çağıracağım."
Yanıma geldi. Gülümsüyordu.
"Şoför bu saate kalmaz zaten. Firdevs Hanım da olmadığı gibi hiç beklememiş."
Kolundaki saate baktı.
"Saatte baya geç olmuş. Sen tek başına taksiyle de gidemezsin. Dur bir dakika."
Dedi ve Melih diye seslendi. Ne Melih mi?Ne diyecekti ki ona. Bir iki daha seslendi ve Melih Beyefendi (!) göründü.
"Efendim dede. Bir şey mi oldu?"
Dedesine odaklanmıştı. Bana bakmıyordu.
"Evet oğlum gel yanıma."
Der demez Melih dedesinin yanına geldi. Ben şuanlık izleyiciydim sadece.
"Şoför gitmiş. Saatte geç oldu. Bu kızımı evine bırakta gel."
Dedi gülümseyerek. Ne! Kimi evine bırakıyor? Oradaki kız...ben miyim? Yok canım o kadar da değil. Melih beni evime bırakacak öyle mi. Hayır da yani o da bir erkek değil mi.
İkimizde şaşkındık. Melih bir şeyler düşünüyordu. Bu, gözlerini kısmasından belliydi.
"Iı...şey dede benim arabam bakımda."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZORAKİ HİZMETÇİ
Spiritual© Telif hakkı yazara aittir. "Neden ismin Mihrimah değilde Mihrima?" Bu sorduğu soruyla birlikte kafamı sağ tarafa çevirdim. Şaşırmıştım açıkçası. Hele de bu Melih olunca normaldi yani. Ben ona o da karanlığın hüküm sürdüğü, sadece ayın varlığını gö...