Gökyüzünün bulutlarla kaplı olduğu, etrafın sise bulandığı bir günde havanın durumunu düşünün. Görüntüsü insanın içini karartır. Herkesin yüzünde bir asıklık bir suratsızlık meydana gelir. İnsan o gün dışarıya çıkmaz istemez çünkü dışarısı ona moral vermez. İşte gökyüzünü sise bulayan bir günün hâli böyledir.
Peki ya beynin sise bulanması... Kara bulutların düşünceler üzerinde gezmesi... Bir insanın iç dünyası nasıl olur o zaman? Hangi kelimeler onun o hâlini anlatabilir? Hangi duygu bu düşünceleri yansıtabilir?
Güneş gözlerimi istila edince başımı çevirip dışarıya baktım. Yeni yeni doğuyordu. Mesajı gördüğümden beri uyumadığımı varsayarsak gece resmen sadece oturmuştum. Mesajı defalarca okumuş, ekrana defalarca bakmıştım. %80 olan şarjım şu an %1 ile zor direniyordu. Kelimelerim kendilerini o kadar sıkı sıkıya sarmışlardı ki parmaklarım klavyelerde buluşmaya zor direnmişti. Kaç kere yazıp sildiğimi sayamamıştım bile. Kesin bir cevap veremiyordum. Daha doğrusu bunu neden böyle aniden sorduğunu dahi soramıyordum.
"Mihrima, n'apıyorsun?" Diye uykulu konuşan Ece'ye baktım. Kendi odama dahi geçmemiştim.
"Mesajı düşünüyorum Ece." Dediğim an Ece'nin gözleri açılıvermişti.
"Kızım sen manyak mısın? O gözlerinin hâli ne! Uyumadın mı yoksa sen?" Yüzümü titiz bir edayla inceliyordu.
"Uyuyamadım ki." Acı gerçek sonunda iki dudak arasından çıkmıştı.
"Ne yani mesaj geldiğinden beri oturdun ve düşündün öyle mi?" Benden onay beklercesine gözlerime baktı. Cevap vermeyip başımı sallamakla yetinmiştim.
"Ne yazdın peki?" Sesi bu kez kısılmıştı.
"Hiçbir şey." En kötüsü de buydu.
"Hiçbir şey yazmayıp, sabaha kadar mesajla bakıştınız mı?" Bu kız ne güzel de anlatıyordu beni.
"Aynen o dediğini yaptık. Ne yapabilirim Ece, verecek bir cevabım yoktu. " yavaşça yataktan kalkıp aynanın önüne geçtim. Gözlerimin altı kırmızı ve mor karışımı bir şey olmuştu.
"Anladım şaşırdın da insan bir 'bu ne alaka' diye sorardı değil mi? " o da yerinden kalkmış ve banyoya gitmeden önce de bunu söylemişti.
"Hep benim yüzümden işte." Aklıma yeni yeni oturan birkaç durum vardı.
"Ne hep senin yüzünden?" Ece'nin bundan haberi yoktu. Daha doğrusu hiç kimsenin yoktu.
"Ben ona böyle sevgililer gibi olamayız dedim. Ancak tek çözümü var dedim. İşte o da çözümünü üretti sağ olsun. "
"E ne güzel işte, evlenin birlikte ele ele tutuşup okula gidin." diyen Ece'ye bön bön baktım.
"Oldu Ece yanımıza da bir beslenme çantası alalım, teneffüs aralarında kantinde yeriz. İlkokul çocuğu muyuz."
"Ne varmış bu düşüncemde? Tamam el ele tutuşup gitmeyin ama evli olarak gidin. Hem üniversite de evli insan dolu, çocuğu olan bile var."
"Oldu artık çocuklarla birlikte üniversiteye gideriz." Dediklerim ütopik bir dünyadan ibaretti.
"Evet gidenler var. Hem sana evlen hemen çocuk yap diyen yok. Üniversite bittikten sonra o da olur. Bizim amacımız senin Melih'le birlikte olman, onunla gidip gelmen. Hem şurada 3 yılın kaldı. Hemen geçer gider."
Daha bir şey söylemedim çünkü Ece'nin dedikleri düşünülür nitelikteydi. Hazırlık bölümünü sınava girerek geçmiş ve direkt birinci sınıftan başlamıştım. Bu yüzden son 3 yılım kalmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZORAKİ HİZMETÇİ
Spiritual© Telif hakkı yazara aittir. "Neden ismin Mihrimah değilde Mihrima?" Bu sorduğu soruyla birlikte kafamı sağ tarafa çevirdim. Şaşırmıştım açıkçası. Hele de bu Melih olunca normaldi yani. Ben ona o da karanlığın hüküm sürdüğü, sadece ayın varlığını gö...