Medya: Meriç
Burçin'i gece yarısı benim evime götürmüştüm ve sabaha kadar birbirimize neler yaşadıysak tek tek anlatmıştık. Arada bir Edis'i arayıp, uyandırıyorduk ve bu gerçekten çok komik oluyordu. Tabii o bize sövüyordu ya orası ayrı.
En son dayanamamıştım ve yerde uyuklamaya başlamıştım. Burçin'in ne yaptığı hakkında bir fikrim yoktu.
Şimdi ise uyanmıştım ama hala uykum olduğundan gözlerimi açamıyordum. Halının üzerinde sağ tarafa dönüp homurdandım. Sırtımda ve boynumda kendini belli eden ağrı yüzünden yüzümü buruşturdum ve gözlerimi açtım. Üzerimi bile örtmemişti vicdansız.
"Burçin?" dedim boş odaya bakarken. Odanın dışından tıkırtılar gelince sızlanarak ayağı kalktım ve odadan çıktım.
"Kızımın evine girme hakkına sahip olup olmadığımı sen mi söylüyorsun bana?" tanıdık sesle kalp ritmim artarken koridoru hızla geçtim ve dış kapıya baktım. Şaka mıydı bu? Bir çeşit kamera şakası falan?
"Hanım efendi bakın arkadaşım uyuyor ve şu an ondan izinsiz sizi içeri alamam." diyen Burçin'e arkadan yaklaştım ve omzuna dokundum. Bakışları anında bana dönerken hafifçe gülümsedim. Kenara çekildiği gibi ben kapının kulpunu tuttum ve karşımdaki kadına boş gözlerle baktım.
"Ne istiyorsun?" bakışlarımın boşluğunun aksine sesimdeki kırgınlık kırıntıları kendini belli ediyordu. Babam, annem ve... yanlarında tanımadığım bir çocuk vardı ve merakla etrafı inceliyordu.
"Bu nasıl bir soru kızım senin yanına tatile geldik." deyince yalandan gülümsedim. Ben bu sabahı böyle hayal etmemiştim ki. Bütün gece Edis'e kahvaltı da ne hazırlayacağımı düşünmüştüm.
"On yıl sonra mı baba?"
"Demet istersen içeride konuşalım bunları kızım." kapıyı geriye doğru açıp, kafamı salladım. Bavullarını fortmantonun yanına koyduktan sonra salona geçtiler. Bu insanlar yüzünden okulumu okuyamamıştım ben. Hayallerimi bırakıp, başka insanlarının emirleri altında çalışmıştım bu yaşa kadar.
Kanepeye oturmalarını izledikten sonra annemi inceledim. Hala çok güzeldi. Hala resimlerdeki gibiydi. Bakışlarım babama dönerken burukça gülümsedim. Resimlerde sakalları vardı ama şimdi sakaldan eser yoktu yüzünde. Ama o da yakışıklı geliyordu gözüme. Kollarımı boyunlarına sıkıca sarmak istesem de, beni bıraktıklarını aklıma getirip tekli koltuğa oturdum. Kollarımı acizce bedenime sarıp, tek tek yüzlerine baktım.
"Evet? Dinliyorum." dedim geri yaslanırken. Babam derin bir nefes aldı ve dirseklerini dizlerine yasladı.
"Senin için gitmeliydik kızım, daha güzel yaşa diye. Daha mutlu ol diye." gözlerim dolarken bakışlarımı halıya çevirdim. Üzerimde hala pandalı pijamalarım vardı ve saçlarımın çok dağınık olduğuna emindim. Değişmiştim ve onlar beni tanımışlardı. Kızlarıydım değil mi? Tanırlardı.
"Benim için giderken hiç beni düşündünüz mü? Dokuz yaşındaki bir çocuğun elinden annesini ve babasını alırken ne hisseder hiç sordunuz mu? Ha anne? Sen beni bırakıp gittikten sonra kimse yapamadı saçlarımı senin gibi. Peki baba sen? Herkesin babası okula getirirken o servisten tek başıma inmenin bana vereceği eksikliği hiç düşündün mü?" yanaklarımdan inen damlalar yüzümü huylandırdığı için elimin tersiyle sildim. Burçin destek vermek istercesine sıkıca omzumu tutuyordu.
"Borçları öderken ikinizin birden sıkıntı çekmenizi istemedik kızım, onu hep senden sakladık. Hep seni sevdiğimizi hisset istedik." dedi babam yanında oturan çocuğa bakarken. Bir dakika benden sakladıkları neydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
AYAKLI BELA #Wattys2016
Teen FictionO çirkindi. Sivilceli, kilolu ve gözlüklü bir bela. İşsiz kalan çirkin genç bir kız iş ilanlarına bakarken, gözüne takılan yüksek maaşlı bir iş yerine baş vuruyor. Seçmeler de yakışıklı patronunun sorduğu soruya zekice cevap verip, sek...