Bölüm 16

8.7K 63 1
                                    

Uyandığımda güneş daha yeni yeni kendini gösteriyordu. Kuş sesleri çok ve rahatsız edici düzeydeydi. Sinirle soludum. Kuş cıvıltılarını hiç sevmezdim.

Yüzümü soluma çevirdiğimde nerede olduğumu anımsadım. Felix'in yanındaydım ve o mışıl mışıl uyumaya devam ediyordu. Dudakları hafifçe öne çıkmıştı ama dolgun değildi. Parmak uçlarımla onlara dokundum ve üstüne eğildim. Onu öpmek üzereydim ki bir anda kıpırdanıp diğer tarafa döndü. Sonra bu fikirden vazgeçtim. Onu ilk öptüğümde uyanık olmasını istediğime karar verdim.

Yerimden kalkıp üst kata çıktım. Annemden ses yoktu. Hala uyuyor olabileceği mantıklı gelirken odama gidip okul için hazırlanmaya başladım. Üstümdeki geceliği çıkarıp katladıktan sonra dolabımın içindeki giysi yığınının arasına gizledim. Yarı çıplak bedenimle aynamın karşısında bir süre dikilip kendimi inceledim. Ölü bir ten rengim ve çok sayıda benim vardı. Kaburgalarımdan birkaçı sayılabiliyordu ve kalça kemiklerim çok dışarıdaydı. İskelete benziyordum. Vücudumdaki tek renk saçlarımdaydı ve onları da zaten boyuyordum. Bok rengi saçım olması benim suçum değil. Ben kızılı seviyordum.

Kendimi incelemeyi kesip giyindim ve annemin odasına gittim. Usulca kapısını aralayıp baktığımda horul horul uyuduğunu gördüm. İşi olsaydı alarm kurardı. O yüzden umursamadım ve kapısını kapatıp alt kata indim. Bir şey yemek istemediğim için hiç beklemeden evden çıktım.

Okula yürüyerek gitmem on dakikamı alıyordu. Bu süre içinde telefonumdan sevdiğim birkaç heavy metal parçasını dinliyordum. Yanımdan geçen kimse -beni tanıyor olsa bile- bana selam vermiyordu. Birkaç kere suratlarına somurttuktan sonra akıllanmış olmalılar.

Kafam önümde hızlı adımlarla ilerledim. Okul uzakta görünmeye başlamıştı. Gözlerim iyi görmese bile ışıklardan birkaç polisin kapının önünde olduğunu anlamıştım. Birden olduğum yerde kaskatı kesilip kendimi kaldırımın kenarına çektim ve ağaçların dibine oturdum.

Felix için gelmişlerdi.

Paniğimin geçmesi için birkaç dakika orada oturdum. Kafamda dört dönen düşüncelerin hiçbiri güzel değildi. Telaş yapıp kendimi ele verirsem oyun biterdi.

Ayağa kalkıp yürümeye devam ederken kafamda söyleyeceklerimi planlıyordum. Hiç umurumda değilmiş gibi yapacaktım. Sanki onu tanımıyormuş gibi. Böylece kısa sürede benden ümidi kesip başka öğrencilere sorular sormaya devam edebilirlerdi.

Sakinleş Riley!

Okula girerken kimse beni durdurmadı ya da bana seslenmedi. Sessizce başım önümde okula girdim ve sınıfa çıktım. Ders başlamak üzereyken insanlar fısır fısır polisler hakkında konuşuyordu. Kulaklarımı açıp dinledim ama hiçbirinin net bir şey bilmediğini fark edince kendi işime geri döndüm. Zaten kısa süre içinde ders başlamıştı.

Teneffüslerin birkaçında Monica ve arkadaşlarını gördüm. Hepsi Monica'nın etrafını sarmış onu teselli ediyorlardı. Monica ise teşekkür ediyordu ama gözleri kan çanağına dönmüş, burnu ve kulakları kızarmıştı. Sol elinde bir mendille boş boş yere bakıyordu.

Onun bu haline gram acımadım. Ne düşündüğü, ne hissettiği beni ilgilendirmezdi. Bu hayatta benim için tek bir gerçek vardı o da Felix'ti.

Birkaç ders sonra polis memurlarından biri sınıfa girip sıranın geldiğini bildirdi. Ne sırası olduğunu bir saniye kadar düşündükten sonra fark ettim. Sorgu için burada olduklarına göre bizim sınıftakileri dinleyeceklerdi. Ve beni. Hiç istifimi bozmadan sınıf ile birlikte memuru takip ettim.

Bizi kütüphaneye götürdüler ve kütüphaneden geçilen bilgisayar odasında topladılar. Sırayla kütüphane görevlisine ait odaya çağırmaya başladılar. İlk birkaç insan çabuk girip çıktı. Bu esnada odanın içinin bir kısmını görebilmiştim.

Monica da içerideydi.

Siktir!

Onun bu soruşturmadaki işini merak ediyordum. Sonuçta Felix onun erkek arkadaşı olabilirdi ama bu resmi bir işti.

Onun o sıçan suratını görmek istemiyordum.

Sıram gelince sessizce yerimden kalkıp odaya girdim. Bu sırada Monica ve polis memuru konuşuyorlardı.

''Buradakilerin hiçbiri bir şey bilmiyor, baba.'' dedi Monica polise dönerek. İrkildim. Fark ettirmemek için hemen bana gösterilen yere oturdum ve sorular için beklemeye başladım. Polisin Monica'nın babası olması beni istemsizce germişti.

''Riley Williams.'' diye adımı okudu polis. Başımı kaldırdım. ''Ben Vincent Miles. Burada sana Felix Cooper hakkında birkaç soru sormak için bulunuyorum. Başlamadan önce söylemek istediğin bir şey var mı?''

Başımı iki yana sallayarak yanıtladım.

''Daha önce onunla hiç konuştun mu?''

''Bir veya iki kez ama konuşma değildi. Onu tanımıyorum.''

''En son ne zaman gördün?'' İçimden 'bu sabah' demek gelse de kahkahamla birlikte düşüncelerimi yuttum.

''Birkaç gün önce.'' Gözlerimi Monica'ya çevirdim. ''Onunla koridordalardı.'' Vincent kafasını sallayıp birkaç not aldıktan sonra masanın üstündeki birkaç parça kağıdı kaldırdı.

Benim mektuplarımı.

''Bunlar hakkında bir fikrim var mı?'' diye sordu. Yutkunduğumu gizlemeye çalıştım. ''Söyle Riley.'' diye diretti. Hızlıca bir yalan uydurdum.

''Bu kağıtları daha önce gördüm. Ama nerede ve ne zaman hatırlamıyorum. Birinin elinde ya da çantasının kenarında belki.'' dedim. ''Kimdi, hatırlamıyorum.'' diye vurguladım. Vincent iç çekerek masada eğildi ve bana yaklaştı.

''Riley... Şu zamana kadar edindiğimiz bilgilerin içinde bu en faydalısı olabilir. O yüzden neden bize biraz daha yardımcı olmuyorsun?'' dedi.

''Bilmiyorum.'' dedim kısık sesle. Monica nefesini verdi. Vincent ise pes etmiş gibi duruyordu. Başını sallayıp eliyle yarım yamalak kapıyı işaret etti. Parmaklarını şakaklarına bastırırken yüzü ekşimişti. Fırsatı kaçırmayıp odadan çıktım.

Bugün daha ne kadar korkunç olabilirdi bilmiyorum.

FANCYHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin