Eve vardığımda harap olmuş bir haldeydim. Yorgun, üzgün, öfkeli ve yaralıydım. Kapıyı arkamdan kapattığımda dayanacak gücümün kalmadığını hissediyordum. Gözyaşlarım yüzümdeki yarayı yakarak boynumdan aşağı doğru süzülürken sırtımı kapıya yasladım ve yere çöktüm. İçimde yanan ateş çok büyüktü. Öyle büyüktü ki hayatımdaki her şeyi ve herkesi bu ateşte yakıp kavurabilirdim. Ellerimi saç diplerime geçirip bir uzunca bir çığlık attım.
Bu noktaya gelene kadar yaşadığım onca şeyden sonra elimde kocaman bir hiçle kalakalmıştım.
Felix...
Beni bırakıp gitmişti. Yaşadığımız onca şeyden sonra bana bunu nasıl yapabilirdi? Onu seviyordum. Onu bu dünya üzerinde herhangi birinin bir başkasını sevebileceğinden milyonlarca kat daha fazla seviyordum. Onun için göze aldığım şeyler, onun beni sevmesi için yaptığım şeyler... Hepsi bir hiç olamazdı. Bunu kabullenemezdim.
İçimdeki öfke geçmiyordu.
Oturduğum yerden bir hışımla kalkıp bodrum katına indim. Felix'le bana ait hiçbir şeyin kalmadığı, soğuk, bomboş, ruhsuz bir odaydı burası artık. Burası aşkımızın doğup öldüğü ve sonsuzluğa gömüldüğü bir mezardı.
Ve ben bu aşkın katiliydim.
Felix'i elimde tutmayı becerememiştim. Annemi kontrol etmeyi becerememiştim. Babamı başımdan savmayı becerememiştim. Tüm bunların yanı sıra dışarıdan gelebilecek diğer tehlikelere karşı da savunmasız kalmıştım, Vincent ve Monica gibi... Beni bulmaları an meselesiydi. Tüm bu olanlardan sonra sonsuza dek Felix'ten ayrı kalacaktım.
İçimdeki kini kusmam gerekiyordu.
Çığlık atarak duvara bir yumruk attım. Tırnaklarımı rutubetle yıpranmış duvarlara geçirdim. Canımın yandığını hissediyor fakat daha fazlasını istiyordum.
Giriş katına çıkıp elime ne geçtiyse etrafa fırlatmaya başladım. Bir süs eşyasını elime alıp televizyona doğru fırlattım. Koltukların üzerindeki minderleri tırnaklarımla yırtmaya başladım. Bodrumda yaralanan elimdeki kan beyaz kumaşın üzerinde izler bırakıyordu. Pencereleri örten perdelere var gücümle asılarak hepsini yerinden söktüm. Muftak tezgahında duran kirli tabakları duvarlara fırlatarak paramparça oluşlarını izledim. Duvarda asılı olan fotoğrafları mutfak fayansına fırlatarak kırdım. Dizili bıçaklardan birkaçını pencerelere doğru fırlattım. Bir süre sonra gözüm o kadar dönmüştü ki neyi elime aldığımı ve onunla ne yaptığımı bile kestiremez hale gelmiştim.
Ne kadar süre boyunca öfke krizi geçirdiğimi hatırlamıyorum ama kendime geldiğimi hissettiğim anlarda üst kata çıkan merdivenlerin ikinci basamağında oturmuş kanlar içindeki ellerime bakıyordum. Ellerimde tarifi imkansız bir sızı ve acı vardı. Tenime değen hava bile çığlık attıracak derecede canımı yakıyordu. Bacaklarım, dizlerim, ve kollarım... Her yanım acıyla sarsılıyordu. yüzümdeki sızlayan tırnak yarası bile kendini unutturmayı başarmıştı. Üstüm başım pislik ve kesik içindeydi.
Tükenmek bilmeyen gözyaşlarım görüşümü bulanıklaştırırken tuvalete gittim. Lavabonun musluğunu açınca suyun yere saçıldığını gördüm. Lavaboyu kırdığımı bile hatırlamıyordum. Tıslayarak ellerimdeki kanı ovalamaya başladım. Elimdeki kan temizlendikçe açtığım yaralar gün yüzüne çıkmaya başlamıştı. Parçalanmış aynanın bu dehşetten kurtulmayı başarmış ufacık bir kısmından yüzüme baktım. Yüzüm kan ve gözyaşıyla darmadağın olmuştu. Gözlerim şişmiş, saçım başım birbirine girmişti. Avucuma aldığım suyla yüzümü yıkamaya başladım. Yanmasına aldırış etmeden yaramı temizlemeye çalıştım. Islak ellerimi saçlarımdan geçirerek gözümün önüne gelen tutamları kulağımın arkasına ittim. Aynayla tekrar yüzleştiğimde daha iyi göründüğümü hissettim. Su içimdeki öfkeyi ve bedenimdeki acıyı alıp götürmüştü sanki. Musluğu kapattım. Daha sonra ıslandığını hissettiğim ayaklarıma çevirdim yüzümü. Yere akan sular kan ve pislikle dolu bir gölet oluşturmuştu ve bu gölet ayakkabımı geçip ayaklarıma varmıştı. Ayakkabılarımı çıkarıp tuvaletin bir ucuna fırlattım. Ayaklarım pislik içindeydi. Buna aldırış etmeden kapının önüne serili paspasa ayaklarımı sürüyerek dışarı çıktım.
Biraz önce oturmakta olduğum basamağa yeniden oturdum. Derin bir nefes alarak saçlarımı geriye attım.
Felix...
Onunla ilgili düşünceler aklıma hücum ettiğinde yeniden ağlamaya başladım. Bu sefer içimde öfke kalmamıştı. Yalnızca keder ve korku hissediyordum. Bir daha onu göremeyecek olmanın verdiği iki güçlü his.
Bir süre orada öylece oturdum. Aklımda sadece Felix'in güzel yüzü vardı. Geri kalan her şey önemini yitirmişti benim için. Bir ruh gibi orada öylece otururken kapının dışından gelen ayak seslerine kulak kesildim. Kafamı kaldırıp kapıya doğru baktım. Kapalı kapının ardında biri duruyordu.
Yerimden korkuyla kalkarak ne yapacağımı düşündüm. Gelen kim olabilirdi? Babam annemi uzaklaştırmaktan vazgeçip eve mi dönmüştü? Vincent ardımda bırakmış olabileceğim bir ipucunu mu yakalamıştı? Yoksa sürtük Monica olan bitenden haberdar olup aşkı için savaşmaya mı gelmişti?
Felix... Felix?
Gelen Felix olabilir miydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
FANCY
Random''Öyle bir sevişelim ki Felix, Tanrı'nın cehennemi bile tenimizin sıcaklığını kıskansın.'' Kızın ruhu kırmızıydı. Ve çocuk, kırmızının en tutkulu tonuna boyandı. *Sadece yasal veya psikolojik yetişkinliğe ulaşmış olanlar okuyabilir.