33. Bölüm

570 208 220
                                    


Hata...

Hata neydi, hatanın bir sınırı var mıydı, hatanın azı ya da çoğu var mıydı?

Rüzgâr Uraz Deli...
Ruhuma çeşitli duygular bahşetmiş, zihnimi karışıklığa sürüklemişti. Peki, peki amacı neydi? Bir insan bir insanı neden çelişkiye düşürürdü ki? Evet, bedenime zarar vermemişti lâkin ruhumu parçalayıp psikolojimi yerle bir etmişti. Bu ruhumun alıştığı bir şey olsa da beklenmedik birinden olması...

Zihnimde çakan şimşekle gözlerim irice açıldı.
Onu ne ara benimsemiştim de beklenmedik olduğuna karar vermiştim!
Pencerenin pervazından ayrılarak yatağıma oturdum.

"Buradan ne zaman çıkabileceğim?" Diye mırıldandım. Bir yandan da onu affedip affetmeyeceğimin sıkıntısını yaşıyordum.

"İstediğin zaman Maviş" dedi. Sesi hüzünlüydü, peki hüznü bana yaptıklarını hafifletecek mıydı!

"O zaman çıkmak istiyorum mümkünse. Bana..." Dedim ve kelimem ağzımın içinde kocaman oldu.
Benim çağıracak bir ailem yoktu ki! Aile yoksunluğum en büyük eksikliğiydi.

"Ze- Zeynep ablayı çağırabilir misin, çıkmamda yardımcı olması için!"
Söylediğim son kelimelerle dişlerimi sıktım.
Farkında olmadan açıklama yapmıştım.

"Zeynep ablana gerek yok! Çünkü benimle geliyorsun!"
Sinir bedenime hızla yayıldı!

"Sen!" Dedim, dilimi dudaklarımda gezdirdim, dudaklarım kuruyordu.
"Sen bana hangi hakla emrivaki yapabiliyorsun Rüzgar Uraz Deli?!"
Kollarımı bedenime sardım.
"Nişanlın sıfatıyla, Maviş!"
Yataktan hızla kalktım. İlaçlardan olsa gerek bedenindeki yaraları unutmuştum, ağrıyınca fark ettim. Zira ben her şeyi uygulamalı öğrenmiştim, bu hiçbir şeydi!

"Maviş, dur ne yapıyorsun?" Sese yansıyan telaş, sesin dudaklardan hızlı telaffuzu... Beni önemsediğinin baş göstergesiydi. Peki beni önemseyen birinin ruhumu acıtması nedendi!

"Merak etme ruhum kadar acımadı!"
Usulca eğildim ve ayakkabılarımı giymeye çalıştım. Eğilmem, kaburgalarımı acıtmıştı.
"İzin ver giydireyim!"
Başımı sallayarak ayakkabıyı giydirmesine izin verdim. Başaramayacaktım, sorun çıkarmanın gereği yoktu.

Ayakkabımı giydirdikten sonra yanıma oturdu. Parmakları parmaklarıma temas ettiğinde baştan aşağı titredim.
Sonrasında parmakları usulca avucuma kaydığındaki hissettiğim yoğunluğun lügatımda manası yoktu.

"Şimdi buradan birlikte çıkacağız ve seni evime götüreceğim.
Sana, sizin evde iyi bakamazlar, hatta hiç bakmazlar. Senden ricam şu inatlığı bırak! Hem senin bana sorman gereken bir yığın sorun yok mu!"

Dudaklarından dökülen kelimelerin çokluğu şaşırmama sebep olsa da tepkisiz kalmaya çalıştım.

"Sorularım, beni hayal kırıklığına uğrattığın yerde kaldı!"

Sustu, sustum. Saniyeler dakikalara çevrildiği halde nefes seslerimizin dışında çıt çıkmıyordu.

"Benimle gelecek misin?" Dakikalar sonra sorduğu soruyla bakışlarımı bakışlarına sabitledim.
"Ben Zeynep ablayı görmek istiyorum," diye cevapladım.
"Zeynep ablan evde seni bekliyor." Kaşlarımı sinirle çattım. "Sen zaten benim adıma karar vermişsin. Niye soruyorsun ki?" Soluduğu nefesi yüzüme boca ettikten sonra komuştu. "Zeynep ablan da benimle aynı fikirde." Kelimeleri özenle seçiyor gibiydi. Konuşmak ağrılarımı tetiklediğinden başımı olumlu olarak sallayarak karşılık verdim.

"Teşekkür ederim." Neden teşekkür ettiğini sormak istesem de dilime yuvarlanan kelimeleri geri süpürdüm.

"Seni kucağıma alabilir miyim?" Dediği şey ile kalbimin içine kezzap damlatıldı. Kezzapın lavları yüzüme fışkırdı. Cehennemde yanıyormuş bissi ruhumda tahtını kurmuş oturuyordu.

Dilimi dudaklarımda gezdirerek sesimin hakimiyetini sağlamaya çalıştım.

"Hayır, tekerlekli sandalye yeterli!"

Adımlarını kapıya doğru sürükledi.
"Öyle olsun bakalım! Eve gidince kollarımın arasında olacaksın nasıl olsa!"

Bedenimi kavrayarak sandalyeye oturmamda yardımcı oldu.
İşi bittiği halde dudaklarını saçlarımdan çekmemişti! Yerimde kıpırdanarak rahatsız olduğumu göstermeye çalıştım.

"Çekilsen mı diyorum!" Dediğimde sınırlarımdan hızla uzaklaştı.

"Gi, gi, gidelim!" Sese yansıyan panik, sesin kekelemesi ve hızla alınan nefesler... Suçluluğunu gözler önüne sunuyordu. Peki bu neyin suçuydu!
Parmaklarını sandalyenin arkasına yerleştirerek odanın çıkışına doğru yöneldik.
Sonunda buradan kurtuluyor olmak az da olsa sevindirmişti. Günlerdir yatalak edasıyla bu odada yatmaktan sıkılmıştım.

"Çiçek abla beni ziyarete geldi mi?"

"Hem de her gün!" Gülümsedim.
"Peki şimdi nerede?" Diye merakla sordum. Soru sorarken arkama döndüğüm için nefesi yanaklarıma ilişti. Bu eylem tüylerimin ürpermesine yol açtı.

"İş için şehir dışına çıktı, seni görmeye gelecektir!" Başımı onaylar anlamda salladım.

"Peki bu hastanenin ücreti ne olacak? Elimizi kolumuzu sallaya sallaya mı gideceğiz?!"

"Ödendi!" Dediğinde kınayan bakışlarla dudaklarımı araladım; "Doğru ya, unutmuşum! Sen bu hastanenin sahiplerinden biriydin değil mi!" Burukça gülümsedim. Bu kadar ay onun için saçma çabaların içine girmiş, ağır cezalara maruz kalmıştım!
Peki ne için, kocaman hiç!

"Hemen kus kinini hemen!"

Kulaklarına nüfuz eden ses tonu hiç de ciddi gelmiyordu, ona sinirlenmem hoşuna mı gidiyordu?!

"Seni şimdi kucağıma alacağım tamam mı?"

Mecburiyet, tenime doğumum itibariyle ilişmiş prangaydı.
Sorusuna karşılık herhangi bir cevap vermedim.

"Maviş?" diye hüzünle fısıldadıktan sonra derin bir nefes aldı. "Neden öyle bakıyorsun?" Başımı hafifçe sola yatırdım. "Nasıl bakıyorum?" Sesimin ruhsuz çıkması benim suçum değildi. "Öyle işte... Benden iğreniyor gibi, beni hiç affetmeyecekmiş gibi..." Gözlerimi halsizce kapattım. "Sana, nefret dahi hissetmiyorum!"

Saniyeler dakikalara çevrilirken nefes aldığından bile şüpheliydim. Kollarımı bedenime sararak ısınmaya çalıştım. Günler sonra açık havaya çıkmak bedenimi bozguna uğratmıştı. Birkaç dakika daha geçtikten sonra beni kucağına alarak arabanın ön koltuğuna yerleşmemi sağladı. Yaralarıma dikkat ederek emniyet kemerimi taktıktan sonra kapıyı sertçe kapatarak kendi tarafına geçti.

"Hızlı kullanmıyorum değil mi? Bir yerin ağrırsa söyle!" Başımı ondan tarafa çevirdim. Bu eylemi gerçekleştirmem bayağı zor olmuştu. Belli ki iyileşmem zaman alacaktı.
"Bunu, günlerdir acı çekmeme sebep olan adam mı söylüyor?" Sol gözümden bir damla yaş yanağımla buluştu. Ona olan kimim o kadar büyüktü ki...
"Senin yüzünden ben nelere maruz kaldım, biliyor musun? Sen okulundan olma diye ben kendi hayatımdan vazgeçtim!
Günlerce aç, susuz bırakıldım. Karanlıktan ne kadar korktuğunu biliyor musun? Günlerce karanlığa bırakıldım ben! O oda çok soğuktu, çok üşüdüm. Yürümeyi bile unutmuştum biliyor musun, konuşacak mecalim yoktu! Sen, sen bedenimdeki delik deşik yaraları gördün mü?
Şimdi bana bir yerimin acıdığını sorabiliyor musun gerçekten?"
Başımı sağ tarafa çevirip dışarıya baktım. Hıçkırıklarım dur durak bilmiyor, canımın daha çok acımasına sebep oluyordu.
"Maviş..." Sustu, diyecek bir şey bulamıyordu. Bir kelime bile konuşması sinirimi yerle yeksan ederken daha fazla konuşmasına nasıl dayanacaktım! Yutkunma sesi işittim ve sonra derin bir nefes aldı.
Araba yavaşladığında geldiğimizi anlayarak az da olsa rahatladım. Onunla aynı ortamı solumak son isteğimi dahi oluşturmuyordu.
Arabayı durdurarak dışarıya çıktı. Kapıyı sertçe kapattı, sinirini kapıdan çıkarmaya çalışması umrumda değildi.
Emniyet kemerimi çıkartarak kapının kulpunu kavradım. Azıcık hareketin bile fazlaca yorulmama neden oluyordu.
Kapıyı açarak itelemeye çalıştım.
"Dur, ne yapıyorsun?"

"Ne yapıyor gibi görünüyorum?"
Bedenimi nazikçe kavrayarak kucağına aldı.
"Bana olan sinirini kendine zarar vererek çıkarma Maviş!" Gözlerimi devirdim. " Sana, herhangi bir duygu beslemediğimi söylemiştim. Bazı şeyleri kavrasan iyi edersin."

Kapıyı kapatarak yürümeye başladık. Kucağında oluşum kalbine ılık hisler bahşetse de yüzüm kaskatıydı. Saçlarım arkaya doğru savruluyordu, başım omzuna yaslanmıştı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: May 24, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

BENKOLİK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin