29. Bölüm -Acı-

482 204 25
                                    


29. Bölüm -Acı-

Geçenlerde Zeynep abla okuduğu kitabın özetini anlatmıştı. Romandaki baş karektere o kadar benziyormuşum ki! Şöyle anlatmıştı;
Ruhu binbir türlü duyguya ev sahipliği yapan bir kız varmış. Bu kızın yüzü hiç gülmezmiş. Duygusal bir yapıya sahip olduğu için yaşadığı her ayrıntıyı derin hislerle ele alırmış. Ön yargısı ruhuna leke gibi yapışmış, olumlu düşünceyi reddediyormuş. İnsanlardan hep kaçarmış, onlarla iletişim kurmaktan çok korkuyormuş. Asosyalliği sevmediği halde seviyormuş izlenimi verirmiş çevresine. Kılık kıyafetine bile dikkat etmezmiş; yaşamayı sevmiyorum ki, ne gereği var kişisel bakımın der dururmuş. Günler geçmiş ve bu kıza bir talip çıkmış. Odasından dışarıya adım atmayan bir kıza nasıl görücü geliyormuş ki! Ailesi şaşırmışlar fakat bu kişinin ilk ve son kişi olacağına emin oldukları için bu teklife balıklama atlamışlar. Biliyorlarmış ki kızları böyle giderse çürüyüp ölecek yalnızlıktan.
Kızın ellerini, ayaklarını bağlamışlar ve bir güzel hazırlamışlar. Bağlanma sebebi bu evliliğe karşı çıkmasıymış. Melek gibi olmuş genç kız. Güzelliği ortaya çıkmış.
"Meğer sende ne cevherler varmış be kız!" diye iç geçirmiş genç kız. Dişlerini haftada bir fırçalarmış; fırçalama sebebi de ağız kokusuna dayanamayacak hale geldiğindenmiş.

Önce kaşlarını ve bıyıklarını aldırmışlar; kaşları muazzam bir görüntüye sahipmiş zaten. Saçlarına sadece fön çektirmişler, dolgun ve ipeksi bir saça sahipmiş çünkü. Sonra dişlerini temizletmişler; dişleri, gülüşüyle o kadar ahenkli, ışıl ışıl görünüyormuş ki! Kolsuz ve dizlerinin altında biten siyah bir elbise giydirmişler. Kızın bedeni ilk defa açık kıyafete şahit oluyormuş. Köprücük kemiği dikkat çekici görünüyormuş. Hafif makyajla son rötuşlar yapılmış.
Kıza düşen görev suratındaki somurtkanlığı silmesiymiş. Sanki cenazesini götürüyorlarmış gibi yüzü beş karışmış.

Kızı istemeye geldiklerinde kız hissizce duruyormuş, hoş geldiniz bile dememiş misafirlere. Ta ki onu görene kadar... elinde siyah bir gül, bitterli çikolata ile bir adam görünmüş. Kızın nutku tutulmuş, baka kalmış adama.
Çünkü bu adam bloğunda yazdığı, hayalindeki adamın ta kendisiymiş. Kızın ilk defa bedeni titremiş, içinde buz gibi serinlik peyda olmuş. Tüyleri diken diken olmuş. Bu rüyamıymış!

Kız istenmiş ve hatta verilmiş. Saatlerce kız gözlerini adamın yüzünden ayırmamış. Başka tarafa bakarsa adamın kaybolmasından çok korkuyormuş.

Söz yüzüğü takılacağı zaman kız iliklerine kadar heyecanlıymış. Elleri birbirine dokunacakmış çünkü.

Günler geçtikçe kız da değişmeye başlamış. Yaşama sıkıca tutunmayı öğretmiş bu adam ona. Hissetmenin önemini, nefes almanın bile huzur verdiğini öğretmiş. Normalde günde iki kelime konuşmayan kız bir dakika bile susmamaya başlamış. Neydim ve ne oldum, demiş. Keşke boşa geçirmeseymişim o köhne odada vaktimi! Ön yargıyla yaşam mücadelemi zorlaştırmasaymışım! Her gün birkaç dakikasını bu düşünceyle geçirirmiş.
İnsanların karşısına her zaman böyle adamlar çıkmazmış ki! Önemli olan bu yaşam mücadelende tek başına zirveye tırmanabilmekmiş!

Bir gün salıncakta sallanırken adam zamanının geldiğini düşünerek büyük bir itirafta bulunmuş;
"Gece'm... can içim! Ben aslında yıllardır aşığım sana! Bloğundaki yazıların beni sana adeta kitledi. Günlerce kapında bekledim dışarı çık da tanışalım diye. Çıkmadın... sonra senin istediğin tipe sahip olmak için günlerce hastanede yattım. Kendi halimde isteseydim seni ön yargın seni intihara sürüklerdi!"

*****

Zeynep ablanın da dediği gibi kızla ruh halimiz çok benziyordu. En azından o kız bu bataklık düşünce silsilelerinden kurtulmuştu. Peki ben...
Benim yaşantım o kızdan daha dipteydi. Örneğin o kızın ailesi ile sorunu yoktu! Benim ailem ise günümü mahvetmek adına beni sattıklarını iddia etmişlerdi. Yalan söylemiş olmaları onlara inanmadığım anlamına gelmiyordu ki!

BENKOLİK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin