Evet; karanlık bir şubat,28 ŞUBAT!

7.3K 809 521
                                    

  (Kardeşlerim beğendiğiniz yerlere yorum yapmayı unutmayın olur mu, seviyorum sizleri :) )  

Bu yol dikenli yoldur, ayağını seven gelmesin..!

    Bu kadar tepki vermemizin sebebi anlattığı durumdu. Gerçekten çok zor bir imtihandı bu. Zehra'yı yani Dilan'ın kızını hastaneye kaldırmışlardı. Kalbi delikti Zehra'nın ama konunun ne olduğunu bilmiyorduk. Apar topar hastaneye gittik. Musab hemen Elif'in yanına giderek "Kalp mi?" dedi. Elif'te şaşırdığını belli ederek "Hayır kalbi delik olmasına rağmen, böbrek. Böbrekleri iflas etmiş. Böbrekleri iflas ettiği için nakil gerekiyor. Ancak sağlık meslek lisesi bitiren kişiler olarak biliyoruz ki bizim böbrek boyutumuz ile Zehra'nın vücudunun kaldıracağı böbrek boyutu aynı değil. Dilan'ın yanında söylemeyin ama galiba ölüme kadar gidecek."

Hüseyin işaret parmağını bükerek ısırdı. Bu esnada doktor bey dışarı çıktı. Acı bir siması vardı. "Son teknolojiye göre böbrek küçültme operasyonu ile 8 hafta da olması gereken boyuta indirebiliriz. Ancak doku uyuşması gereken bir böbrek gerek. Böbrek nakli için binlerce kişi sırada bekliyor. Bence kendi aranızda doku uyuşması sağlayan böbreği bulmalısınız. Allah'tan ümit kesilmez bol bol dua edin" dedi.

İnsan Allah'ı en çok çaresizken hisseder. Öyle ki her şeye gücü yeten bir Allah olduğuna iman etmek, tüm belalardan tüm korkulardan insanı muhafaza eder.

Hüseyin bu hakikatın farkında olan biriydi. Ancak Dilan için üzülüyor, onun annelik duygularını tahmin edebiliyordu. Dilan'ın yanına gittiğimiz de yorgun, halsiz, bitkin görüntüsü bize elem veriyordu. Evet, çökmüştü. Yavrusuna doyamayan bir anne için çok normaldi bunlar.

"Böyle ağlayıp duracak mıyız?" dedi Hüseyin." Hadi hepimiz kan vereceğiz. Belki birimizin dokusu uyuşur. Bir an önce sonucu öğrenmemiz gerek."

Aramız da bunu yapmayacak kimse de yoktu zaten. Dostluk, kardeşlik böyle günde belli olurdu. Sırasıyla hepimiz kanları verdik. Sonuçların çıkmasını bekliyorduk. Hüseyin boynunu yere eğmiş, düşünüyordu. Belki de yaşadığı imtihanlar onu yere eğmişti. Belki de acizliğini anlıyordu.

Dini konular da bizden daha bilgili olduğu için Musab'tan hamle bekliyorduk. Ne zaman birimiz imtihan yaşasak, gönlümüze dokunuyordu Musab. Rabbimin bir lütfuydu hafızımız. Yavaşça Hüseyin'in yanına gitti.

Elini omzuna atarak konuşmaya başladı:

 " Biliyor musun '' Üzülme... der Mevlana ve devam eder;

Bir yandan korku bir yandan ümidin varsa iki kanatlı olursun,
Tek kanatla uçulmaz zaten.
Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil,
Kilimin tozunu almaktır.
Allah sana sıkıntı vermekle tozunu, kirini alır.
Niye kederlenirsin?
Taş taşlıktan geçmedikçe parmaklara yüzük olamaz.
Yüzük olmak dileyen taş, ezilmeyi yontulmayı göze almalıdır..! ''

Ne güzel söylemişti Mevlana hazretleri.

Sopayla kilime vuranın gayesi kilimi dövmek değil, kilimin tozunu almaktır. 

Öyleydi sahiden. Bazen insan ben bunları hak edecek ne yaptım diye düşünür, imtihanın Allah'tan geldiğini bilmeden. Ben bunu hak ettim mi der? Ayfer Çimen Balaban'ın çok güzel bir sözü vardır bununla ilgili.

"Bunu hak edecek ne yaptım ben?"dedi hıçkırarak... 'İnsan hep hak ettiğini mi yaşar yavrum? Taif'te taşlanmak,Kabe'de üzerine deve leşi dökülmek nasıl bir hak edişti, söylesene?'

 Demek ki Allah bazen tozumuzu alıyor bizim de. Yoksa bu acılar bu imtihanlar bizim kötü olduğumuzu göstermiyor. Biliyorum bazen insanı kimse anlamıyor. Bazen insanın bedenini dünyaya sığdıramıyor. Bazen herkesten sıkılıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyor. Ve bazen de yorganı üstüne çekip hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Öyle ki tuz tadı geliyor ağza. Bu ağlamalar neden acaba?

Şizofren MüslümanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin