"Merhaba, ben Yıldız. Eskiden sizler gibi Koreye hayran bir genç kızdım. Eskiden diyorum çünkü buraya taşınınca işler biraz karıştı.
Yaklaşık bir yıldır Seulde yaşıyorum. Zamanında çizime ve hikaye yazmaya meraklı olan ben, 'Manhwa yazarı olacağım! Kendi ayaklarımın üzerinde durup, kendi paramı kazanacağım!' dedim ve hayallerimin peşinden Seule kadar geldim.
Geldim gelmesine ama bu kadar hayal kırıklığına uğrayacağımı düşünmezdim.
Kore gerçekten pembe ülke değil, işsizlik oranı yüzünden ülkede çalışan yabancılar hoş karşılanmıyor, çatı katı daireleri dizilerde göründüğünden küçük ve yolda yürürken bir idolle karşılaşma ihtimalinle sana araba çarpma ihtimali neredeyse eşit. *Manhwa yazma konusundaki zorluklara hiç girmiyorum bile.
Geldiğimde en azından konserlere doyarım diyordum ama burada her gün konser olmuyor. Olsa bile, biletleri öyle marketten alışveriş yaparmış gibi alamıyorsun. Satışa girdiği dakika aldın aldın, yoksa hepsi tükeniyor. Hadi diyelim tükenmeden bir şekilde almayı başardın. O kadar parayı nasıl ödeyebilirim ?
Çok karamsar konuşmaya başladım değil mi ? Aslında burası az önce anlattığım kadar da kötü değil. Şu sıralar küçük çaplı bir depresyondayım sadece.
Buraya ilk geldiğim günler rüya gibiydi. Hatta bir etkinlikte Kim Woo Bin'le bile karşılaşmıştım. Hani şu uzun boylu dinozor. Gerçek hayatta çok daha yakışıklı ve hayatı boyunca boy kompleksi yaşamamış bana, kendimi kısa boylu hissettirebilecek kadar uzun.
Türk olduğum için göze çarpmıştım o gün. Etrafta benden başka yabancı olmadığı için ne kadar şanslıydım anlatamam. Hoş beni Amerikalı sanıp İngilizce konuşmaya çalışmasalar daha iyi olurdu ama...
Bunu daha önce de bir kaç kez yaşadım. Nasıl bizim ülkede tüm çekikler Çinli yada Japonsa, burada da başta diğer batı ülkeleri geliyor.
Ah! Bu konuya girersem sayfalarca yazarım. Bu günlük burada kesmeliyim çünkü teslim etmem gereken kağıtlar var ve böyle giderse gecikeceğim."
Yıldız, yeni bloğundaki ilk yazıyı tamamlayıp yayınladıktan sonra, bilgisayarın kapatma tuşuna bastı ve acımasızca bilgisayarını kapattı. Elektronik eşyalarına böyle davrandığı düşünülürse, faks makinasının iki gün önce can vermesi o kadar da şaşırtıcı değildi.
Makinayı bir önceki gün tamirciye vermişti ve bu gün teslim etmesi gereken kağıtları, çalıştığı binaya kendisi götürmek zorundaydı.
Genç kız önceden hazırladığı kıyafetleri giydi ve tamamlanmış taslak kağıtlarını, kucağına alıp saymaya başladı. Eksik olduklarını fark edip te, etrafa bakındığında, yatağının altından çıkan kağıdı gördü. Onu da destede, ait olduğu yere koyup ceketini giymek için kağıtları sehpanın üstüne bıraktı.
Atkısını bir güzel boynuna sarıp, tüylü kulaklıklarını da taktıktan sonra, kapının hemen önünde oturdu ve çizmelerine uzandı.
Kağıtları sehpanın üzerinde unuttuğunu fark ettiğinde, çizmelerinden birini çoktan giymişti.
Tek ayağının üzerinde zıplayarak, Amerikan mutfağı, salon ve küçük bir odadan oluşan dairesinin bir uzundan diğer ucuna gitmesi yalnızca üç saniyesini almıştı.
Kağıtları kol altına sıkıştırdı ve aynı şekilde geri döndü. Evi küçük diye şükredeceği, aklına dahi gelmezdi.
***
Genç kız, ilk defa geldiğine emin olduğu sokağın ortasında, yolunu kaybetmiş turist gibi dikiliyor, etrafına bakınıyordu. Sözde çalıştığı şirkete gidiyordu ama daha önce en fazla iki kez şirkette bulunmuştu. Onun dışında, işlerini faks ve mail ile evden hallediyordu. Bu yüzden, şirketin yeri hakkında en ufak bir fikri yoktu Yıldızın.
Cebindeki adres kağıdını çıkartıp bir daha baktı ve sonunda karşı kaldırımdaki mini markete sormaya karar verdi. Genç kız biraz daha böyle boş boş dolanırsa kafayı yiyecekti.
Buruşmuş adres kağıdını düzeltirken, markete yöneldiği sırada, hızla ona doğru koşan genci fark etmemişti. Çarpıştıklarında Yıldız yere düşmüş, özenle sıraya dizdiği taslağı, sokağa yayılmıştı.
Genç adam hemen özür diledi ve Yıldıza bir kart uzatıp bunu telafi edeceğini, kesinlikle onu aramasını söyledi ve aynı hızla koşmaya devam etti.
Geriden nefes nefese onu takip eden ve yaşça daha büyük olan adam da Yıldızın yanında bir anlığına durup özür diledi ve gencin peşinden gitti.
Her şey o kadar hızlı gelişmişti ki Yıldız ne yüzlerini görebilmişti, ne de cevap verebilmişti. Bir an 'Neden kaçıyordu acaba?' diye düşündü ve ayağa kalktı. Üzerini silkeledikten sonra zavallı hikayesine baktı. Elindeki kartı, umursamadan cebine sokmuştu.
'Bu gün daha kötü olamaz' diye söylendikten sonra taslağını toparlamaya başladı.
Sonunda adresi birine sorup ta şirkete ulaştığında, fazlasıyla gecikmiş, bir o kadar da azar işitmişti. Gelecek ayki maaşı konusunda karamsar düşüncelerle otobüs durağına doğru yürürken, elini cebine attığında, sabah ona çarpan gencin verdiği kartı fark etti. Biraz yıpranmıştı kart.
"Hm.." dedi genç kız kartı incelerken. "Lee Jong Hyun.." Ardından gözleri kocaman açıldı. "Ne ?! CNBLUE'dan mı ?!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Starry Night
FanfictionYıldızla tanışın; O zamanında belki de sizin gibi bir hayrandı. Bu ve Manhwa yazıp kendi ayakları üzerinde durma hayali yüzünden ailesinin desteğini kibarca reddedip Kore'ye taşındı ve zaten çok beklentisi olmadığı bu ülke, Yıldız gibi bir kızın dah...